22 Şubat 2008 Cuma

SUSMAK YOK, KONUŞMAYA DEVAM (*)
Ali BULUNMAZ

Meşhur atasözümüzdür: “Söz gümüşse sukut altındır.” Bizim dinciler altını sevmez, en azından öyle görünür. Her tarafta onların sesi yankılanır haliyle.

Özgürlükçüdürler, ama kendi cemaatleri için özgürlük ister ve “cemaatimizde kişi ‘özgür bir bireydir” biçiminde kalem oynatırlar. Fakat iş karşılarında konumlananları dinlemeye gelince onlara “azınlık” derler; “azınlığın çoğunluğa tahakkümüne nasıl izin verirsiniz” diye serzenişte bulunurlar. Yıkıcı olarak, yapıcıları “azınlık” görmeyi, bunu böyle belletmeyi “demokratlık” sayar ve yandaş demokrasisinin kulpuna sıkı sıkı sarılırlar.

Özgür değil, ama özgürlükçüdürler. Çünkü onlar da bilir ki, cemaat biat demektir ve biat edilen yerde özgürlük yoktur. Yalnızca özgürlükçülüğe açık kapı bırakılır. Özgürlükleri kullanarak, daha sonra onları kaldırmaya yönelmek burada esastır. “Hedefe ulaşmak” için, “hazmettirerek” ya da “adım adım” gelirken, özgürlükçü söylem beyinlere nakşedilir. Cemaat gazete ve dergilerinde bunlar neşredilir veya neşrettirilir.

Bu kesim sebat içindedir. Önderleri bir kapı olmazsa diğerini zorlar, hatta gerekirse okyanus ötesine geçer ve orada yerli Papa olmaya soyunur. Fetvalar verir, gönüllere mesajlar yollar, dinciliği kullanarak, siyaset-ticaret ilişkilerini güçlendirmede aracılık eder.

Dün söyleneni bugün yalanlamak ve emperyalizmle kucaklaşmak, siyasetle harmanlanan dinciliğin kimlik kartıdır. Buna “mağduriyet” ve “mazlumluğu” eklediğinizde, “bedel ödemek” ya da oy avlamak için tüm koşullar hazır demektir. Etraftaki kimi çatlak sesler “hedefi” açık ettiğinde, “erken konuştun” soruşturmasına uğrar, aynı şeyleri söyleyen torpilliler ise duymazdan gelinir.

Dinciler uzlaşmaktan kaçınır, ümmet görülen ya da ümmete çevrilmek istenen ulus ile tüm kurumların kendilerine biat etmesini ister. Hukuk, “kendilerine uygun karar verdiğini düşündükleri sürece” hukuktur, hukuku uygulamak ve adaleti sağlamakla görevli kurumlar ise içi yandaşlarla doldurulduğu zaman saygı duyulacak kurumlardır.

Dinciliğin ve yandaş demokrasisinin yılmaz savunucuları, sorulardan hoşlanmadığı gibi, sorgulayanlardan da hiç hazzetmez. Dünün tecahül-i arifaneleri “ne oluyoruz?” dediğinde, dinci ve yandaş demokratların “öfkeyi hitabet sanatına” dönüştürme yeteneği hatipliğinden ileri gelir. “Sessiz yığınlar, bizi kendilerine tercüman olmamız için meclise gönderdi” demek, imamlık ile hatipliğin kesişme noktası ve gerçeğin ta kendisidir.

Dincilik kayığında yola devam edenler özgür değil özgürlükçü, demokrat değil yandaş demokrasisinin tarafı ve uygulayıcısıdır. O kayığın yüzdürüldüğü sularda hoşgörüden eser yoktur. Hesaplaşma, yakın geçmişte yarım kalanları tamamlama isteği, tüm kurum ve kuruluşları kendine göre düzenleme, kendi sermaye ve medyasını yaratma çabası da yolculuğun ana duraklarıdır.

O zaman sorulması gereken şudur: Sessiz kalıp, yandaş demokratları kızdırmayalım diyerek yolun sonu mu beklenecektir; yoksa susmak yok, konuşmaya devam mı denecektir?

(*) Cumhuriyet, 20.02.2008

Hiç yorum yok: