31 Aralık 2008 Çarşamba

AYDINLAR NEREDE?
ALİ BULUNMAZ

Defalarca soruldu, yazıldı çizildi. Tarih boyunca büyük düşünürlerden sokaktaki insana hemen herkes bir şey söyledi.

Ve sordu: “Kimdir aydın?”

***

Bugün Türkiye’de laf kalabalığı almış başını gidiyor.

Sözcükler havada uçuşuyor.

Kimileri soruyor: “Nerede aydınlar?”

“Olup bitenler hakkında toplumu aydınlatsınlar...”

***

“Aydın” dediğimiz, “aydınlanmış kişidir” her şeyden önce.

Ne bildiğini, ne bilmediğini bilen; bilgi sahibi kişidir.

Bildiğini, arı biçimde aktarır, sağlıklı bir zihinle hareket eder aydın.

Laf salatası içinde iş görenlerin veya görmeye yeltenenlerin arasında, sözcükleri anlamlı kılan kişidir o. Derdini açık seçik ve anlaşılır biçimde anlatan bireydir.

Olur olmadık “özür dilemeden” ya da açıklama yapmadan önce araştıran, bilmediği konuda ahkam kesmekten kaçınan kişidir aydın…

Topluma öncülük eden, etmesi gereken kişidir beri yandan.

***

Günümüzde sözcüklerin büyüsüne kapılmamış, yaldızlı lafların peşinden gitmeyip; toplumun önünü açan kaç aydın var?

Gerçekleri kovalayan, kendini bu uğurda geliştiren ne kadar aydın var?

Bugünün tanığı, geleceğin belirleyicisi olan ve zihni berrak aydınlardan ne kadarı yanı başımızda?..

28 Aralık 2008 Pazar

BUYURUN TÜRKİYE SOFRASINA...
ALİ BULUNMAZ

Bugünün Türkiye manzarası için olumlu şeyler söyleyen, pembe tablolar çizenlerin sayısı ne kadar?

Kriz, dinci kuşatma, yolsuzluk, rüşvet, yandaş demokrasisi ile harmanlanan siyaset, AKP kumandasıyla toplumsal dönüşüm projesi rayına sokuluyor.

Anketler ve araştırmalar, Türkiye'de dinciliğin her geçen gün gemi azıya aldığını gösteriyor.

Bu araştırmaların en yakın tarihlisi, AKP'ye övgüler düzen, iktidar ile iş ortaklığına soyunan kurum ve kuruluşlardaki kişiler tarafından gerçekleştirildi. Sonuç onları bile şaşırtmışa benziyor olmalı ki, televizyon ve gazetelerden uyarılar sıralamaya başladılar.

***

2002'de iktidara gelen AKP, dinciliğin adını koyarak ve amaçlarını açıkça beyan ederek yola koyulmuştu 3 Kasım'dan önce. Ardından gelen 28 Şubat süreciyle "değişim" ve "dönüşüm" geçiren kadrolar ABD kara sularına yanaşınca iktidar onlara teslim edildi.

Eski yol ve yöntemlerin yerine "ılımlı İslam" projesini benimseyen dinci kadrolar "demokrasi", "özgürlük", "AB" ve "hukuk" gibi söylemlerle istediğini öyle değil de böyle yapmaya başladı.
Ve nitekim başardı da...

Türkiye'nin dönüşümü için basılan düğme, bugün meyvelerini destekçilerini bile endişelendiren ölçüde veriyor.

***

Türkiye adeta dinci politikanın sofrası haline geldi.

"Bizden olmayan bertaraf olur" anlayışıyla "yola devam edildi."

Şimdi geldiğimiz nokta aydınlanmacı, laikliği içselleştirmiş, cumhuriyet ve Mustafa Kemal öncülüğünde gerçekleştirilen devrimlere bağlı insanları tehdit ediyor.

"Mahalle baskısı" ya da "dinci baskı" çemberine alınan bu kesim, dinci politikalara su taşıyanları ve bu politikanın mimarlarının yaptıklarını görüyor ve biliyor.

Ancak "istikrar", "demokrasi" ve "hukuk" adı altında bu politikalara destek çıkanlar Türkiye'nin nereye yol aldığını sezebiliyor mu?

Buz dağının ucunu gördüler. Ya suyun altında kalan kısmını?

23 Aralık 2008 Salı

HASTA ÜLKE...
ALİ BULUNMAZ

Daha önceleri Türkiye için garip belirleme ve benzetmeler yapanlar olmuştu ama bu kadar açık konuşanı pek görülmemişti. Üstelik başbakan sıfatını taşıyan biri bu kadar trajikomik bir açıklama yapmamıştı.

Ne dedi Erdoğan:

"Henüz ölüm sinyalleri vermeyen bir hastaya, siz kalkar da ölümü hatırlatan veya kefenini hazırlayan bir doktor, aile gördünüz mü? (...) Doktor gelir hastayı psikolojik olarak tedavi etmenin doktorlukta önemli bir adım olduğunu bilir. Ben de ülkemin doktoru ve sorumluluk üstlenen bir başbakanıyım..."

***

Konu ne? Ekonomik kriz ve hükümete yöneltilen eleştiriler...

Erdoğan, hükümetin ve partisinin eleştirilmesine öfkeleniyor; iş adamları, gazeteciler ve gerçek aydınların uyarılarına bu şekilde yanıt veriyor ve ekliyor: "İnsanımızın psikolojisini bozmayın..."

İşten çıkarılan, iş bulamayan, asgari ücretin altında sigortasız çalışan ve yoksulluğa mahkum edilen, kriz yüzünden iş yerini kapatmak zorunda kalan vatandaşın morali iyi, ruh sağlığı yerinde!

Bu durumu, krizle ilgili olarak açıklama yapan, hükümeti eleştirenler bozuyor!

***

Erdoğan'ın "hasta ülke" benzetmesi ise moralleri yerine getirmeye yönelik herhalde...

Tayyip Erdoğan'ın sözleri adeta yakın geçmişe götürüyor bizleri. Parçalanmak üzere olan ve ekonomisi çöken Osmanlı için Batılı devletler tarafından kullanılan bir ifade vardı:

"Hasta adam."

***

1900'lerin başından 2008'e...

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ülkesini hastaya benzetiyor.

Kendisini de ölmek üzere olan ülkesine moral veren doktora...

Geldiğimiz nokta burası.

Ekonomik kriz her şeyi bilinç üstüne çıkarmış görünüyor...

7 Aralık 2008 Pazar

KISA CÜMLELER…
ALİ BULUNMAZ

Artık herkes kısa konuşuyor. Kısa…

Ama öz değil.

Bağlamdan uzak, hatta bağlamsız.

Ucu açık. Anlamsız biraz da…

Neredeyse tüm bildirimlerin ortak özelliği bu.

Uzun, içi dolu şeyler kimsenin ilgisini çekmiyor bugünlerde.

Varsa yoksa kısa cümleler…

Bu kadar eksilmiş olabilir miyiz?

Dolgunluktan böylesine uzaklaşmış, anlamsız bir yaşamın kıyısında konuşlanmış olabilir miyiz?

Oluyor işte…

Olaylar arasındaki bağıntıları ve ilişkileri kavramadan hızla yaşayıp gidiyoruz.

Hız, çağımızın yükseleni.

“En hızlı en iyidir” sloganı yönümüzü çizen bir rehber gibi.

Oturup düşünmeye zamanımız yok.

Sadece eyle, izle ve “yaşa…”

Sorma, soruşturma ve asla sorgulama…

Öğretilen ya da en azından belletilen bu…

Sonra kısa cümleler kur…

Kısa kısa, her şeyi tadarak ama hiçbir şeyin içine girmeden “yaşa…”

Yüzeysel, anlamsız ve dokunaksız…

Kovalamak yok, koptuğu yerde aynı hızla yeniye yönel, harca, tüket, yok et…

Köşene çekil, içine kapan, uzaklaş, gerektiğinde gerektiğince kısa cümleler kur…

Öyle “yaşa…”

6 Aralık 2008 Cumartesi

MİLYONLARCA KÖLE…
ALİ BULUNMAZ

Büyük patron IMF’ye, “ümüğümüzü sıktırmayız” diye dayılanan AKP hükümeti, krediyi cebe koymak için harekete geçti.

IMF’yle görüşülen rakam 25 milyar dolar…

Az buz değil, ülkeyi “ferahlatacak” bir meblağ bu!

Ama IMF’nin de hükümetten istedikleri var doğal olarak.

***

Bir… Gayri Safi Yurtiçi Hasıla büyümesi sıfır olacak.

İki… KDV oranı yüzde 8 olan ürünlerde, bu oran yüzde 18’e çıkarılacak.

Üç… Maaş artışına neden olacak personel reformu rafa kaldırılacak. Bir başka deyişle, hizmet ve ürünlerin fiyatı artarken maaşlar sabit kalacak ve işsizlik artacak.

***

Ana başlıklar bunlar.

IMF, 25 milyar dolarlık krediyi serbest bırakmak için bu ana şartları öne sürüyor.

Hükümet ne diyor bu işe?

“Ümüğümüzü sıktırmayız” mı?

Yoksa “gerekirse yola IMF’siz devam ederiz” mi?..

Hayır…

Hükümet IMF kapısında bekliyor.

IMF de “ülkenizde milyonlarca köle var onların ümüğünü biraz daha sıkıverin, ben de krediyi vereyim” diyor.

İstekler bunu göstermiyor mu?..

5 Aralık 2008 Cuma

1989 RUHU MU, 2009 GERÇEĞİ Mİ?
ALİ BULUNMAZ

Pek çok insanın ağzında bir cümle var:

“Bu ülke AKP’den kurtulmak zorunda…”

Günümüzün ekonomik krizi, yolsuzluk, vurgun, sınırı kalmayan yandaş kayırmacılığı ve demokrasisi, insanlara bu cümleyi söylettiriyor.

Bir başka deyişle, AKP’nin ne olduğunu anlamayanlar ve gizleyenler bile, iktidar partisinin ne yapmaya çalıştığını artık kavramış gözüküyor.

Elbette bunu kabullenmeyen, kabullenmek istemeyenler de var.

***

Özellikle ekonomik krizin faturasını ödeyen; krizin “teğet geçmediği” herkes AKP’den kurtulma söylemine sarılıyor.

İyi de nasıl?

Nereden başlamalı?

Önümüzdeki yerel seçimler, bunun bir başlangıcı olabilir mi?

Neden olmasın?..

Bir daha soralım o zaman: Nasıl?

***

İşte 2009 yerel seçimlerinin, Türkiye için önemi de burada belirginleşiyor.

AKP’nin gerçek yüzünün, ekonomide izlediği yolun ne denli yanlış olduğunun görüldüğü şu zamanda yerel seçimler kurtarıcı rol üstlenebilir.

Ancak kartlar doğru oynanırsa.

Daha açık söylemek gerekirse, AKP’ye karşı ortak adaylarla hareket edilirse, siyaset bir umut üretebilir.

Böylelikle, AKP’den kurtulma söylemi de lafta kalmaz. En azından gelecek için kaygıların azaltılması adına belli bir yol alınabilir.

Peki, gelişmeler ne doğrultuda?

Sol veya sosyal demokrasi ortak adaylarla sahne alabilecek mi?

Özellikle büyük şehirlerde ve Anadolu’da ortak adaylar çıkarılabilecek mi? Sol ve sosyal demokrasi, bu konuda çalışma yapıyor mu?

Şimdilik bu merkezde olumlu bir gelişme yok. Solda eski hastalıklar, birbirine rakip olma ve birbirinden oy alma kaygısı devam ediyor.

***

Solun iki önemli partisi CHP ve DSP, seçim birlikteliği konusunda mesafe alamadı. Alamadığı gibi, ortak hareket etmeleri gereken seçim için birbirini rakip görmekte.

Tehlikeli ve yanlış olan da bu zaten.

Zaman zaman dillendirilen “1989 ruhu” deyişi, durum böyle seyrederse başka noktalara gidebilir.

Örneğin “1989 ruhu” denirken, birden bire 1994 gerçeği karşımıza dikilebilir.

***

Hatırlayalım, başta Ankara ve İstanbul’da beraber hareket edemeyen ve üçe bölünen sosyal demokrat oylar, belediyelerin çoğunluğunun çok küçük farklarla Refah Partisi’ne geçmesine yol açmıştı.

O dönemden bu döneme, neredeyse aynı kadrolar farklı çatılar altında yerel iktidarlarını sağlamlaştırıp palazlandı.

Sonuçta bugün, AKP kadrolarının büyük bir kısmını 1994 yerel seçimlerinde iş başına gelenler oluşturdu.

***

Fotoğrafa bakıldığında, yerel iktidarın gelecek için ne kadar önemli olduğu rahatlıkla görülebilir.

Bu yüzden 2009 yerel seçimleri de çok önemli, ortak adaylarla beraber hareket etmek de aynı derecede gerekli.

Sol partilerin bu gerçeği bir an önce kavraması; kısır ve günübirlik tartışmaları sonlandırması zorunlu.

Aksi takdirde 1994 gerçeği, evrilip 2009 gerçeğine dönüşebilir…

3 Aralık 2008 Çarşamba

SERHAN...
ALİ BULUNMAZ

Türkiye'de sağlık gibi hayati öneme sahip bir konu, ticarete alet edildi mi edilmedi mi?

Pıtrak gibi ortaya çıkan özel hastaneler, ticarethane mantığıyla mı “hizmet” veriyor yoksa insan sağlığını mı öne çıkarıyor?

***

Müzisyen Burhan Şeşen'in oğlu Serhan'a doğru teşhis koyamayıp yanlış tedavi uygulayan ve Serhan'ın komaya girmesinde başrolü oynayan Özel Sema Hastanesi'nin Başhekimi İlyas Akdemir kameralar önünde ne dedi:

“Bu konu bu kadar önemli miymiş yahu...”

Hipokrat yemini etmiş bir doktorun ağzından döküldü bu cümle...

Sağlık yerine parayı, hizmet yerine ticareti ve meslek ahlakı yerine tarikat-cemaat kardeşliğini önemseyen çarkın bir dişlisi nihayet bu açıklamayı yapan.

“Önemli bulunmayan” bu olay, daha doğrusu hatalı teşhis sonucu karanlığa gömülen bir yaşam, bu zihniyet için ne ifade eder?

İfade eder mi?..

***

Bu ve buna benzer olaylarda mağdur çok. İsimler önemli değil, fakat öte yandan çok da önemli.

Çünkü isimler yaşamın ta kendisi...

Hani şimdi “başka Serhanlar olmasın” diyebilir pek çok kişi doğal olarak.

Ama olacak.

Neden mi?

Çünkü burada insan ve sağlığından çok, insandan ve onun sağlığından “ne kadar kazanç sağlayabiliriz?” mantığı ağırlık verilen.

Elbette hukuk Serhan'ın başına gelenler hakkında son sözü söyleyecek.

Fakat bu zihniyetin tekerine çomak sokulmadığı sürece gidenler geri gelecek mi?

Yitip giden yaşamlar karşısında, “bu olay bu kadar önemli miymiş yahu” diye soranlar, görevlerini gönül rahatlığıyla nasıl sürdürecek?

Bugünkü gibi mi yoksa...

1 Aralık 2008 Pazartesi

ARAŞTIRMACI GAZETECİLİK...
ALİ BULUNMAZ

Türkiye'de basının, medyalaşmasının ardından araştırmacı gazetecilik terimi ya da kavramı da sulandırıldı.

Aslında Uğur Mumcu'dan günümüze, tam anlamıyla araştırmacı gazeteciye rastlamak da mümkün değil.

Suskun, bilinçsiz ve sorgulama yetisini yitirmiş bir toplum yaratmak isteyen toplum mühendisleri, araştırmacı ve sorgulayıcı gazeteciler yerine, yorumcuları ve magazin “gazetecilerini” palazlandırdı.

Bilgi ve belgeden yola çıkıp, gerçekleri gün yüzüne dökmeye çalışan gazeteciler yerine susan, iktidara yamanan ve kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutan gazeteciler kapladı medya meydanını.

***

Faili meçhul cinayetler...

Yolsuzluk...

Adam kayırmacılığı...

Yandaş demokrasisi...

Usulsüzlük...

Kaçakçılık...

Bunların üzerine cesaretle giden, hiç olmazsa söz konusu başlıkları gündeme getiren kaç gazeteci kaldı?

***

21. yüzyılda medya için ne deniyor:

“Dördüncü kuvvet...”

Ama bu kuvvet olma durumu, daha çok iktidar ile ilişkileri iyi tutup, diğer alanlarda faaliyet gösteren medya patronlarının kendi elini rahatlatması için kullanılıyor.

Bağımsızlık ve özgürlük, medya için gün geçtikçe uzak bir hayale dönüşüyor.

Dolayısıyla, can çekişen bağımlı medya içinden araştırmacı gazetecilerin çıkmasını beklemek de aynı ölçüde zorlaşıyor.

Cümleyi tersine çevirelim:

Bağımsız ve özgür bir basın ortamı, araştırmacı gazetecilerin yetişmesini; onların, olayların üstüne cesaretle gitmesini sağlayabilir.

İlk ve en önemli koşul budur...