31 Ağustos 2008 Pazar

KUTLU HEDEF...
ALİ BULUNMAZ

Konya'da 1 Ağustos'ta çöken, Süleymancılar'a ait Kuran kursunu hatırlıyor muyuz?

Hani "İngilizce kursu" denilerek, ihmal ve hatalar sumen altı edilmeye çalışarak unutturulmaya çabalanan olay...

İnceleme yapmak üzere olay yerine giden İl Milli Eğitim Müfettişleri'nin araştırma yapmasına izin verilmiyor.

Bu ne demek?

Tarikat-cemaat egemenliği öyle boyutlara ulaştı ki, artık bu yapılanma ne derse, ne isterse olaylar da aynı şekilde gelişiyor.

***
Çöken Kuran kursunda ölen çocuklardan birinin ağabeyinin şu sözleri doğru değil mi:

"Burada ev ev dolaşıp öğrenciler toplandı, bunu da dernek yöneticileri, yurt idarecileri ve Süleymancı öğretmenler yaptı..."

Konya'da çöken Kuran kursu, Türkiye'den bir kesit sunuyor. Cemaat ve tarikatlar genç beyinleri hurafelerle dolduruyor, dincilik günden güne büyüyor.

Üstüne üstlük buralarda nelerin döndüğü, çocuklara eğitim adı altında hangi saçmalıkların sunulduğu da öyle pek fazla bilinmiyor.

Bilinen, her geçen gün dinciliğin boy verdiği, tarikat-cemaat egemenliğinin AKP iktidarının açtığı kapıdan dört nala koştuğu...

***
Karanlık bir tünelden geçiyor Türkiye. Yandaş demokrasisi, özgürlük adıyla dinciliği pompalıyor.

Kuran kursları, abi abla evleri, tarikat yurtları tüm kentlerde mantar gibi türüyor. Egemenlik alanını genişletiyor...

Bilgi yerine hurafe, çağdaş yaşam yerine gericiliğin öğretileri baskınlaştırılıyor.

Sonuç?

Türkiye, "ılımlı İslam" yolunun sonundaki "nur"a ve "kutlu hedef"e doğru itiliyor...

29 Ağustos 2008 Cuma

YEREL SEÇİMLER NEDEN ÖNEMLİ?
ALİ BULUNMAZ

Keçiören'de bir büfecinin, ruhsatı olmasına karşın içki sattığı gerekçesiyle çivili sopalarla, üstelik belediye görevlilerince dövülmesi bize neyi düşündürmeli?

AKP'li belediyelerin, özellikle de İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri'nin, içkili mekânlara yönelik “kırmızı çizgi” uygulaması da hız kazandı bu arada.

***
Yerel yönetimler, AKP iktidarının lokomotifi...

“Halka açık” balık restoranları, parklar ve eğlence merkezleri içkiden arındırılıyor.

Sadece bu da değil. Vahabi “kültür” AKP'li belediyeler eliyle tüm Türkiye'ye yayılmak isteniyor...

AKP, artık hiçbir kartını gizlemiyor. Yaklaşan yerel seçimler için “yüzde 60” oranında oy hedeflenmesi boşuna değil.

Bugün, iktidarın gelip dayandığı noktanın asıl belirleyicisi elinde bulundurduğu yerel yönetimler. Şimdi, tasarılar bir bir hayata geçiriliyor.

AKP, elindeki yerel yönetimlerle dinciliği ve yobazlığı en üst seviyeye taşıma niyetinde...

AKP'li belediyeler, ayrımcılığın da kalesi aynı zamanda. Sınırsız ve ölçüsüz bir ayrımcılık bu.

Tarikat-cemaat egemenliği ve iktidara biat, belediyelerin içinde günden güne yayılıyor.

***
AKP'nin hedefi belli: Kaleleri almak, elindeki belediyelerde ise gücünü arttırmak. Bunun kendine getirisini biliyor ve bu yönde hızla çalışıyor.

Önemli soru şu: Muhalefet ne yapıyor? 1994'deki gibi kısır çekişmeler, 2009'da da yaşanırsa, o zaman AKP hedefi 12'den vurur. İktidarını güçlendirir...

Çözüm bir araya gelebilmektir.

Yolsuzlukla, yoksulluk ve rüşvetle bezenmiş; halka sadaka dağıtarak oy avcılığına çıkan iktidar karşısında, ortak adaylar belirleme kararlılığını göstermek zorunda muhalefet.

2009 yerel seçimleri önemli. Tahmin edilenden de çok...

Çünkü yeni bir iktidarın kapısını açacak nitelikte bir seçim bu...

Ya da...

28 Ağustos 2008 Perşembe

ÇEVRE VE ÇEPER...
ALİ BULUNMAZ

Tayyip Erdoğan'ın “çevrecinin daniskasıyım” sözü üstüne pek fazla şey demeye gerek yok.

Ama...

Türkiye'de bir merkez ve çevre ile çeper tartışmasının hatta bu anlamda derin bir ayrışmanın olduğunu da söylemek yanlış değil.

AKP iktidarının merkeze kendini koyduğu, ardından kendine bir çevre yarattığı, kendinden olmayanı da çepere yerleştirdiği açık seçik ortada.

Merkez içinde kendi çevresini kollayan, eleştirenleri de dışarıda konumlandırıp alabildiğine ezen bir iktidarla yüzleşiyor Türkiye.

Yüzleşmekle kalmıyor, bunun sancısını yoğun biçimde çekiyor.

Yoksulu daha da yoksul kılan, zengini zenginleştiren; kendi zengini, yoksulu ve medyasını yaratan, rüşveti “normalleştiren” iktidar, yandaş demokrasisinin keyfini sürüyor.

Toplumu kendi bildiği gibi; dincilik ve yobazlıkla şekillendirmeye çabalıyor.

Soru sormak sakıncalı, eleştiri yasak...

***
“Ben” diyen iktidar, kendi “biz”ini yaratırken, çevresine topladığı yandaşlarıyla gücünün sınırsızlığına vurgu yapıyor.

“Ben kimseyle uzlaşmam, milletle uzlaşırım” yaklaşımı da, işte bu tehlikeli düşünme biçiminin dışa yansıması. Merkez-çevre-çeper denkleminin önemli duraklarından biri burası.

“Ya merkezimin çevresi olursun ya da çeperde kalır harcanırsın” anlayışı, “Yeni Türkiye”nin de belirleyicisi artık. Belki de “yeni bir demokrasi”, birilerinin dediği gibi...

Öyle görünüyor.

Görünüyor da, bu gidiş iyi gidiş mi?

Görünen köy kılavuz istemiyor...

26 Ağustos 2008 Salı

İŞİN RACONU...
ALİ BULUNMAZ

“Racon”, İtalyanca bir sözcük. “Ragionare” ve “ragione”den Türkçeye geçmiş. Anlamı ise düşünmek. Argoda “yol, yöntem, usul” gibi anlamlara bürünüyor...

Racon, Türkiye'de önemli bir kavram. Hatta çoğu kez yazılı kuralların üstüne çıkan, onları etkisiz bırakan bir özelliğe sahip.

Mesela politikacı, yolsuzluğun merkezinde yer almışsa ve bu siyasetçi iktidar partisinin üyesiyse, ayyuka çıkan rezalet duymazdan gelinir, görünmez kılınır. Çünkü yolsuzluğu, rüşveti ve yandaş kayırmacılığını önleme sözleri, seçim ertesinde hemen unutulmuştur.

Politikaya soyunmuş er kişi, iktidar koltuğunun kudretiyle birden değişir, dönüşür; metamorfozun en tumturaklısını geçirir.

Durmadan adımlanan yol, yolsuzluğun ve bunlara ait dosyaların küfe misali sırtta taşındığı bir biçime bürünür.

Böylelikle, bozulma ve yozlaşmanın kütüğüne bir çentik daha atılmış olur.

Racon ise bozulmamıştır. Mutlak ve sarsılmaz yapısını korumuş, iktidarın yolunu bulmasına yardım eden bir ışık olmaya devam etmiştir.

Siyaseti ticaret ve iş takibiyle buluşturan, rüşvtle kesiştiren de işte bu tarihsel racondur...

Kendimizi kandırmaktan vazgeçelim.

“Temiz eller”, “temiz toplum” veya “temiz siyaset” gibi sloganlarla yeri göğü inleten; yüzünü iktidarın sıcaklığıyla ısıtıp, köşelerini adı geçen sloganlarla dolduran yandaş demokratlar da, raconun nimetlerinden öyle veya böyle yararlanırlar.

Bir şeyler düzeltilmek isteniyorsa, işe buradan başlanmalıdır. Havada kalan söz, söylem ve eylemleri tekrarlayıp durmak, hiçbir fayda getirmez...

22 Ağustos 2008 Cuma

TÜRKİYE'NİN DENGESİ BOZULDU...
ALİ BULUNMAZ

Türkiye bir denge bozukluğu yaşıyor. AKP, iktidara geldiği günden beri ayrımcılığın kök salması için uğraştı.

Bunun temel taşı ise “biz-onlar” ayrımı...

Cemaat-tarikat “kültürüyle” yetişen AKP'nin kurucu ve çekirdek kadrosu, toplumda buna uygun belli başlı ayrım noktaları oluşturdu...

Türban...

İnanç...

İktidara yakınlık-uzaklık ya da ram olma-olmama...

Tarikat-cemaat egemenliğini eleştirme-suskun kalma...

AKP, tüm bunlar ve daha başka pek çok noktada toplumu bölüp, kendisine yandaş bulmaya çabaladı.

Başarılı oldu mu veya ne kadar oldu, çok açık seçik görünmüyor ama bir gerçek var ki, epey yol aldı.

***
“Demokrasi” ve “özgürlük” gibi söylemlerle hareket eden, ettiğini savunan ve bu yönde yandaş kalemleri konuşturan iktidar, önemli parçalanmaları tetikledi.

Şimdi pek çok insanın zihni karışık: Dindar-dinci, demokrat olan-olmayan, doğru söyleyen-yalan konuşan arasındaki mesafe git gide kapanıyor.

Yolsuzluk, rüşvet, avanta, kayırmacılık, bilimsellik yerine, hurafe ve sınırsız iktidar borazanlığı güç kazanıyor.

Bütün bunlar da ülkenin, toplumun ve tek tek insanların dengesini günden güne bozuyor.

***
Soruları soru ve sorunlar kovalıyor. Umut yaratma sanatı diye nitelenebilecek siyaset, her geçen gün karalara çalınıyor.

Her şey kendini tekrarlıyor. Yol alamıyoruz. Yenileyemiyoruz kendimizi, silkelenemiyoruz.

Çünkü dengemizi yitirdik enikonu, doğrulamıyoruz.

Renkler ve izler birbirine karışıyor...

Rüzgâra kapılmış gidiyoruz...

20 Ağustos 2008 Çarşamba

BİAT ÜNİVERSİTELERİ...
ALİ BULUNMAZ

Eğri oturup doğru konuşalım. Abdullah Gül'ün atamasını yaptığı rektörlerin büyük bir çoğunluğunun referansı AKP...

Örnek mi?

Uludağ Üniversitesi Rektörlüğü'ne atanan Medet Mete Cengiz, “durmak yok, yola devam” yazılı pastayı kesip kutlama yapıyor...

Bu AKP'nin seçim sloganı...

Cengiz, eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun da yakın arkadaşı...

***
Bir başka örnek, Bitlis Eren Üniversitesi'nin Rektörü Abdullah Bayram. Bayram'ın referansı ise İçişleri Bakanı Beşir Atalay ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik.

Hatırlamakta yarar var: Beşir Atalay irticai uygulamaları nedeniyle Kırıkklale Üniversitesi Rektörlüğü'nden uzaklaştırılmış bir isim...

***
Abdullah Gül'ün rektör atamalarında esas aldığı “ölçüt”, türban serbestliğine destek ve AKP yandaşı olma...

Bu neyi gösteriyor?

AKP üniversitelerde kadrolaşıyor. En tepeden en aşağı noktaya kadar, üniversiteleri ele geçirmeye çabalıyor.

***
Üniversite, bilim ve kültürün bir araya getirildiği kurumların başında.

AKP ise buraları siyasi arka bahçesi haline dönüştürme telaşı içinde.

Rektörlerin, üniversitelerin ve bilim insanlarının AKP'ye biat etmesi amaçlanıyor.

Formül belli: Biat et rahat et!

AKP bu yolda yürüyor, herkesin de kendi yoluna gelmesini istiyor.

“Durmak yok, yola devam”, işte bunu içeriyor...

19 Ağustos 2008 Salı

HAYAL...
ALİ BULUNMAZ

Rusya ile Gürcistan, Güney Osetya bahanesiyle anlaşmazlığa düşüp savaşa tutuşunca, dünya bu bölgeye dikkat kesildi.

Soros'un fonladığı Saakaşvili, renkli bir “devrimle” işbaşı yaptığında “demokrasi” ve “özgürlük” sloganları atanlar hayli fazlaydı.

Ama gelin görün ki kazın ayağı farklı. ABD bağımlılığı,”demokrasi” ve “özgürlük” yerine, kan ve acı getiriyor. Gürcistan'da ölen binlerce insan bunun kanıtı.

Saakaşvili'nin politikaları, bölgenin enerji varsıllığı ve siyasi gelişmeler, Rusya ile Gürcistan'ı karşı karşıya getirdi.

Gürcistan'ın baş müttefiki ABD de konuya bir yerinden dahil oldu. Elbette Türkiye de...

***
Abdullah Gül, AKP'nin stratejik ortağı ABD'nin Gürcistan'daki savaşa dahil olmasının ve suların görece durulmasının ardından bir açıklama yaptı:

“Gürcistan'daki çatışma ABD'nin artık tek başına küresel politikaları yönetemeyeceğini ve gücünü diğer ülkelerle paylaşması gerektiğini gösterdi.”

Gül, bir anlamda “çok kutupluluktan” söz etti.
***
Gül'ün yetiştiği gelenek, komünizmle mücadele üzerine kurulu.

Başka bir deyişle, iki kutupluluğa karşı bir savaşım üzerine...

1989'dan sonra palazlanan “yeni dünya düzeni” ya da “küreselleşme” söylemi, mutlak ABD hakimiyetine dayanıyor.

Küreselleşme ile dünyanın “altın çağı” yaşayacağı vurgulanıyordu. Ama öyle olmadı.
Ekonomik çözümsüzlükler, siyasi gerilimler ve savaşlar yine yaşandı.

ABD'nin mutlak güç olma ideali, önemli açmazları da beraberinde getirdi.

Şimdi Abdullah Gül, ABD'ye bunu bırakması ve gücü paylaşması gerektiğini söylüyor.

ABD, Gürcistan örneği ele alındığında, bölgedeki etkin güç olabilme adına renkli “devrime” kol kanat gerdi. Oradaki enerji kaynaklarını denetlemek, Rusya'yı gözetlemek ve İran'a yakın olabilmek adına Gürcistan'da kartlarını açtı.

ABD güç, egemenlik ve siyasi çıkarları adına ülkeleri dönüştürme politikasından vazgeçer mi?

Bu pek mümkün görünmüyor. Gül'ün isteği de hayalden öteye gitmiyor...

14 Ağustos 2008 Perşembe

TEMİZ TOPLUM, TEMİZ SİYASET...
ALİ BULUNMAZ

AKP, iktidara gelirken ne diyordu:

“Yoksulluk ve yolsuzluk bitecek...”

Şimdi olup bitene baktığımızda, bunun tam tersi bir manzara var. Esnaf, memur, işçi, öğrenci, üretici, işsiz; hepsi daha yoksul...

Enflasyon tırmanıyor. Büyüme diye yutturulan sıcak para köpüğü ayyuka çıkmış durumda. Ülke dört bir yandan yoksullaşıyor.

Otomatiğe bağlanmış zamlar sıra geliyor: Gıda, giyecek, doğalgaz...

***
Bu arada AKP yandaşları zenginleştikçe zenginleşiyor; palazlanıp gününü gün ediyor. Yolsuzluk ve rüşvet de tavan yapıyor...

Yolsuzluk ve rüşvet “yükselen değer” haline geldikçe, yoksulluk da ortalığı kasıp kavuruyor. Yozlaşma hüküm sürüyor doğal olarak...

***
AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli, 2006'da Silivri'deki bir arsanın imar değişikliğine karşılık 1 milyon dolar alıyor...

Nerede kaldı “yolsuzluk ve yoksulluk bitecek” söylemi?

Nerede kaldı temiz toplum, temiz siyaset arayışı?

Bir “temiz eller” harekâtı başlatılcaksa ilk durak siyaset olmalı.

AKP'nin ve AKP'cilerin elleri temiz mi?

AKP'li vekiller ve kimi bakanların sırtında taşıdığı, bununla birlikte birbiri ardına gün ışığıyla buluşan yolsuzluk ve rüşvet dosyaları, neyin ve kimin ne kadar temiz olduğunun da göstergesi...

***
Yolsuzluk, rüşvet ve yoksulluk...

Tüm bunlar AKP iktidarından önce mi fazlaydı, yoksa AKP'den sonra mı enikonu çoğaldı?

Temiz siyaset ve temiz toplum isteniyorsa, bu sorunun yanıtı verilerek işe başlanabilir...

12 Ağustos 2008 Salı

KUM TORBASI İNSAN...
ALİ BULUNMAZ

İnsanla kum torbası arasındaki fark nedir?

Türkiye örneğinde bu sorunun yanıtını vermek artık çok kolay:

Yok...

***
İnsanla kum torbası arasındaki fark makası ülkemizde kapalı.

Hızlandırılan (!) trende, deneme insanlarla yapılır; onlarca kişi hayatını kaybedince “akıllar” başa gelir, yeni projede kum dolu torbalar kullanılır...

***
Tuzla'da da bunun benzeri yaşandı. Tankerin filikası, klas kontrol adı verilen ağırlık denemesi sırasında halatlarının kopması sonucu denize düştü.

Burada garip bir şey yok.

Teknik hata, hesap yanlışı veya bir başka olay, böylesine bir durumun yaşanmasına neden olabilir.

Ancak tuhaf olan, ağırlık diye insanların; işçilerin kullanılması ve cinayet gibi bir kaza sonucu ölmeleri...

Bir başka deyişle kum torbasına dönüştürülen insanlar, işçiler...

İşte burada her şey yer değiştiriyor:

Değerler, insan hayatının önemi, ahlak, sorumluluk...

Hemen hepsi bir sisin ya da denizin içinde kayboluyor. Ve kaybedilenler geri gelmiyor...

Hem insanlar hem de insanı insan yapan sorumluluklar...

Sonunda insan, bir kum torbası kadar “değerli” oluyor...

8 Ağustos 2008 Cuma

ÖRSELENEN ÇEKİRDEK...
ALİ BULUNMAZ

AKP Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen, “Gençleri Koruma Kanunu” adı altında bir çalışma hazırladı. Tasarıdaki bazı maddeler şöyle:

“Pornografik yayın satın alanlardan imza ve T.C. Kimlik Numarası istenecek, bunlar satıcı tarafından Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'ne bildirilecek...”

“18 yaşını doldurmayanlar otellere, 16 yaşını doldurmayanlar ise 22.00-05.00 saatleri arası lokanta ve restoranlara giremeyecek...”

“Gazete ve dergilerin şiddet ve cinsellik içeren yayın yapması yasak olacak...”

Tasarının asıl dikkat çeken maddesi veya esas ağırlık noktası “her seviyedeki okul, her dine mensup öğrenciler için ibadethane kurmakla yükümlü olacak” şeklinde...

***
2002'den bu yana okullarda mescid adı altında ve “ibadet özgürlüğü” amacıyla açılan yerler yok mu?

Buralar eğititimin ağır ağır dinselleştirilmesi için kullanılmıyor mu?

Söz konusu yasa tasarısı, belli kimi olumlu maddeler arasına serpilen başkaca maddelerle, eğitimde dinselleşmeyi resmî boyuta taşıyor.

***
Tasarıda yer alan gazete ve dergilerin şiddet ve cinsel içerikli yayın yapmasının yasaklanmasında önemli bazı sorunlar gündeme geliyor.

Örneğin burada ölçüt ne olacak? Neyin şiddet neyin istismara yönelik cinsel içerik olduğu kim tarafından belirlenecek? Daha önceleri yaşanan karmaşa ve açmazların yeniden belirme olasılığı kuvvetli değil mi?

***
İnce bir çizginin önünde Türkiye. Muhafazakârlıktan “ılımlı” oradan da siyasal İslam'a geçişin hamleleri bunlar.

Okullarda ibadethane açılmasını içeren “Gençleri Koruma Kanunu Yasa Tasarısı...”

Kreşlerde “dini eğitim verilsin” biçimindeki öneri...

Taciz ve tecavüzlerle gündeme gelen; dini eğitim adı altında hurafeleri esas alan tarikat-cemaatlere ait kaçak Kur'an Kursları...

Ve daha pek çok şey...

Alt alta yazdığımızda tablo belirginleşiyor:

İslam devletine giden yolda çekirdek; yani çocuklar olabildiğince örselenip kullanılıyor...

7 Ağustos 2008 Perşembe

KAPATILMA…
ALİ BULUNMAZ

Jeremy Bentham’ın bir hapishane tasarısı var, adı Panoptikon. Burası, çıkıntılık yapanın yola getirilmesini sağlayan, tam bir disiplin mekânı. Fransız düşünür Foucault, yaşama geçmemiş bu tasarıyı modern güç kavramının başlangıç noktası sayar.

Türkiye de sanki giderek Panoptikonlaşıyor . Muhalefet etmenin bedeli, ya suçlu ya da deli biçiminde yaftalanmak bugünlerde. Bunun demokrasi ile bağdaşır tarafı var mı?

İktidar gayet açık (!) bir “demokrasi” tanımı geliştirmiş durumda: “Bizim yanımızda olanlar ‘demokrat’, diğerleri ıslah edilmesi gereken hastalıklı kişilikler veya suçlulardır.” Böylelikle, hem toplumsal hem de siyasal muhalefet üzerinde yoğun bir baskı kurulup, karalama harekâtı başlatılıyor.

Türkiye’yi çekip çeviren iktidar, eleştiriye kapalı. Elindeki gücü çözüm üretmek adına değil, gerilimi arttırmak için kullanıyor. Soru şu: 21. yüzyılda Türkiye’de demokrasi mi gelişiyor yoksa diktatörlük mü kök salıyor?

Yaratılan korku ve sindirme koridorlarından geçmeye zorlanıyoruz. İktidar, muhalif gördüğü herkesin üzerine mim koyuyor. Ardından “demokrasi” ile “temiz toplum ve siyasetten” dem vuruyor. Anlam kaymasının zirvesi işte tam burası. Çünkü demokrasi eldeki güçle “her şeyi yapabilirim” demek değil. Demokrasi “sınırsız özgürlük” gibi bir boyunduruğun kırılışını simgeliyor, bir başka deyişle yapılabileceklerin ya da yapılamayacakların sınırını çiziyor.

Dolayısıyla sorunlara, toplumun her kesimini dikkate alarak çözüm üretme yöntemi oluveriyor. Siyasetçilerin, gerçekten demokrasiyi benimsemişse, yapacağı-yapması gereken şey de bu.

Ama günümüzün Türkiye fotoğrafı, Panoptikon’un yüksek duvarlarından çekilmiş gibi duruyor: Avluda iktidara muhalefet edenler. Kulelerde iktidarın gözleri. Dışarıda, alkışlarıyla olup bitene destek vermek için sıraya girmiş, ellerine az biraz mürekkep bulaşmış zevat…

Kuşatma büyüyor, kapatılma genişliyor…

6 Ağustos 2008 Çarşamba

ÇÖKEN NEDİR?
ALİ BULUNMAZ

Konya'da, Süleymancılar'a ait bir Kuran Kursu çöktü.

18 öğrenci hayatını kaybetti. Buna cinayet diyebilir miyiz?

Rahatlıkla...

Eğitim kurumu adı altında bir dolu kaçak Kuran Kursu faaliyet gösteriyor. Bunlar cemaat ve tarikatların denetiminde.

Bir başka deyişle, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın denetimi dışında...

Genç beyinlerin yıkandığı mekânlar buralar. AKP iktidarıyla bu tür kurumların sayısında inanılmaz bir artış yaşandı.

Bu mekânlar neden çoğalıyor?

Yanıtı çok yalın: Amaç Türkiye'de din devletine giden yolu açmak...

Hurafeleri egemen kılmak...

Kaçak Kuran Kursları lokomotif görevi üstlenmiş durumda. Ancak denetimsizlik ile cemaat-tarikat egemenliği, Konya'dakine benzer olaylarda nasıl bir çöküşün eşiğine geldiğimizi gösteriyor...

Kaçak kurslar, yıkılmaya çalışılan ve adına “statüko” denen sistem...

Din ticareti, tarikat-cemaat işgüzarlığı...

Çöken insanlık...

2 Ağustos 2008 Cumartesi

SORU…
ALİ BULUNMAZ

Özgür basından bağımlı medyaya geçişte sınır kalmadı. Tek-elleşme, öteki deyişle birörnekleşme, daha başka söyleyişle bağdaşıklık da sorunları çoğaltıyor. En küçük bir olayda bile, bu medyanın hangi sularda yüzdüğü gözlenebiliyor.

Yanlışlar ve doğrular birbirine karışırken, isminin önünde “gazeteci” sıfatı bulunan bağımlı ve bağdaşık medya üyeleri, yapmaları gereken en hayati şeyi unutuveriyor:

Soru sormak… Kuşkulanmak… Bildiğinin veya bildiğini sandığının üzerinden birkaç kez daha geçmek…

Sormadan; eldeki bilgi ve belgenin doğruluğuna bakmaksızın “buldum” nidalarıyla sokaklara saçılmanın anlamı nedir? Bunu, gazeteciliğin öz suyuna ulaşamama; bilgilenme ve bilgilendirme sorumluluğunu yok sayma şeklinde açıklayabiliriz belki.

Bağdaşıklar tarafından belden aşağı vuruşlarla hiçbir kural ya da güne uygun deyişle, raconun tanınmadığı bir kavga başlatıldığında gazetecilik de doğal olarak yönlendirme, baskı yaratımına katkıda bulunma, kanı ve kanaatler ile önyargıları “bilgi” diye sunmaya dönüşüyor ki orada zemin kayıyor, zaman duruyor. Kabulleniş, duymazdan ve görmezden geliş en üst düzeye çıkıyor. Kelamşorler salvoları sıralıyor. Beri taraftan soru yok oluyor.

Soru sormamak insan doğasına aykırı bir şey. Fakat çoğu zaman “rahatlatıcı” bir eylemsizlik hali… Ama gazetecinin soru sormaması, mesleki refleksini yitirdiğinin, aydınlanma ve aydınlatma, bilgiyi en kısa zamanda ama en doğru şekilde kamuoyu ile paylaşma sorumluluğundan uzaklaştığının göstergesi değil midir?

Eleştirme ve araştırmayı geri alana itmek; sanal “gerçekliğin” peşine düşmek bir tercihtir elbet, ona da saygı duyulmalıdır. Ancak böyle bir tavırla sürdürülen gazeteciliğin kendisi, sorgulanası ve şüpheli hale gelecektir.

Hatta gelmiştir de…

1 Ağustos 2008 Cuma

KARAR…
ALİ BULUNMAZ

Anayasa Mahkemesi AKP’yi kapatmadı. Ama 10 üye, AKP’nin laiklik karşıt eylemlerin odağı olduğunu tescilledi.

AKP sularını, sevinç rüzgarları dalgalandırıyor. Davul zurnalar, halaylar… Piyasa yorumcuları ve Lagendijk ferahlamış durumda…

Tayyip Erdoğan, 22 Temmuz gecesindekine benzer bir açıklama yaptı:

- “Herkesi kucaklayacağız…”

***

22 Temmuz akşamı, parti binasının balkonuna çıkıp “bize oy veren vermeyen herkesin iktidarı olacağız” diyen Erdoğan ve arkadaşlarının, sonrasındaki eylemleri malum…

Anayasa Mahkemesi’nin kararı sonrası “herkesi kucaklayacağız” söyleminin nelere gebe olacağı yakın zamanda görülecektir.

AKP, Anayasa Mahkemesi’nin kararından gerekli dersleri çıkaracak mı?

AKP medyası bu kararı, güncel deyişle doğru okuyabilecek mi?

***

Kapatılmama kararı sonrası davul zurnaya sarılanlar, AKP’nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu kararını kabullenebilecek mi?

Bu karar, AKP ve tabanının, laiklik ve cumhuriyetle kavgalı olduğu gerçeğini daha net göstermiyor mu?

Bunlar, anlaşılabilecek mi?

Zamanla ortaya çıkacak….