29 Nisan 2009 Çarşamba

NE OLMAK İSTİYORSUN KÜÇÜĞÜM?
ALİ BULUNMAZ

“Kutlu Doğum Haftası” ile kafa kafaya getirilen bir 23 Nisan'ı daha geride bıraktık.

Yani Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı...

Bugün ulusal ve ulus gibi sözcüklerden ürküyor kimileri. Bunları diline dolayan, benimseyen ve değerini bilenler “terörist” olarak yaftalanıyor.

Suçlular ve yurtseverler aynı kefeye konup yandaş-yoldaş medya tarafından mahkum ediliyor.

Kısacası ulus korkutuluyor.

***

Böyle bir ortamda yaşayan çocuklara 23 Nisan'da mikrofon uzatılıp “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” diye sorulduğunda ilginç yanıtlar geliyor elbette.

Bir tanesi “Başbakan olmak istiyorum” diyor.

Haklı.

Günün en gözde “mesleği” bu. Her şey elinin altında. Bir işaretiyle istediği her şey yapılıyor. Yapılamadığında, olmadığında veya oldurulamadığında “hitabet sanatı öfke” devreye giriyor.

Başbakan, “mutlak güç” ve “sınırsız kuvvet”le çocukların gözünde model haline geliyor.

Kendini başbakanla özdeşleştiren çocuk, günün birinde onun gibi güçlü, dediğini yaptıran ve masaya yumruğunu vuran bir konuma gelmeyi hayal ediyor!

***

O çocuk için, başını yukarı kaldırıp baktığında, her yerde örnek aldığı kişinin fotoğrafları, televizyonu açtığında model olarak seçtiği kişnin yüzüyle karşılaşılaşıyor.

Çocuk, kendisi gibi davranan pek çok yaşıtıyla aynı kişiye özeniyor ve bir anlamda her yerde onu görüyor:

Korkutan...

“Öfkeyi hitabet sanatı”na dönüştüren...

Dediğini yaptırmak için her yolu deneyen...

Tek bir işaretle herkesi hizaya getirmeye çabalayan...

***

Çocuğa başka seçenek kalıyor mu?

Böylelikle “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusu yanıtını buluyor...

21 Nisan 2009 Salı

DOLANDIRICILAR...
ALİ BULUNMAZ

Lafı hiç dallandırıp budaklandırmasalar...

İstediklerini ve yapmaya çalıştıklarını şöyle açıkça söyleseler de herkes yerini bulsa...

Aslında onları biliyoruz, günün her saati karşımızdalar. Badem bıyık altından gülen, batırdıkları pislikle kalemlerinden kokular yükselen, ağızlarından çıkan her sözle eski hesap defterlerini açan onlar...

Kelimeleri, cümleleri dolandırırlar.

Dolandırıcılar...

Dolandırıcılık yalnız yolsuzluk veya usulsüzlük yapmakla olmaz. Lafı dolandıranlar, kendilerini büyük işler peşinde ve her şeyin kompedanı olarak gösterenler de dolandırıcı olabilir.

Medyalaşan basının köşemenleri, yandaşlıkta sınır tanımayan ve yoldaşını arada eleştirir gibi yapan da onlardır.

Hani “biz bu cumhuriyeti istemiyoruz” ve “egemenlik cemmatimizindir” deseler... Olmaz...

Öyle diyemedikleri için böyle yapıyorlar.

Peki, sivil darbeye alkış tutmak da darbecilik değil midir?

O zaman hangi demokrasiden, hukuktan ve özgürlükten bahsediyor bu muhteremler?

Korku toplumu yaratmak ya da korkuyu yöntem olarak kullanmak, özgürlüğün önüne duvar örmek değil midir?

Ama geçerli olan tarikat-cemaat kardeşliğinde, tasfiye edilecek olan bellidir.

Tarikat-cemaat kardeşlerine göre çağdaş veya cumhuriyet kelimelerinin geçtiği her şey söküp atılmalıdır bu topraklardan, ki yerine istedikleri geçsin.

Yakın zamana kadar ürkütmeden yapmak niyetindeydiler ama şimdi hızlandılar, sabırları tükendi.

Dolandırıcılar da kalemleri ve köşelerini hizmetlerine sundu. Pek rahatlar.

Yol onların, meydan onların.

Gün onların, dikenleri ayıklanmakta olan gül bahçeleri onların.

Dolandırıcılar çalar, tarikat-cemaat kardeşleri oynar...

14 Nisan 2009 Salı

TEPKİSİZLİĞE ALIŞMAK...
ALİ BULUNMAZ

Artık işin rengi belli oldu.

“Ergenekon” havuzunda neredeyse kıpırdayacak yer yok. Muhalif olanla darbe özlemi çeken, gerçek aydınla karanlık işlere bulaşanları “usturuplu” biçimde yan yana getirmek; bunu da “hukuk”, “demokrasi” ve “özgürlük” adına yapmak farza dönüştü.

Araştırmacı gazetecilerin hedefinde olan, ama şimdilerde sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen yürekli gazetecilerin köşelerini kaplayan karıştırmacı gazeteciler kulaklara kar suyu kaçrmakta iyice ustalaştı.

Meydanın hızla boşaltılmasından mıdır nedir, palazlanıp yükseldiler.

“Onu da alın, şunu neden henüz almadınız” temalı yazılar döktüren zevat, cemaatin yolunu açmaya, dikensiz Türkiye bahçesi yaratmaya çabalayanların en hakiki dostlarına dönüştü.

Şimdi onlar konuşuyor, kendilerinden başka kimse ses etsin istemiyor.

Kendi çapında “haklılar.” Çünkü, ancak o zaman yola devam edebilirler. Korku duvarlarını yalnız o zaman dikebilirler.

***

İşte “Ergenekon” havuzu da bu yüzden doluyor sürekli.

Oyların düştüğü ortaya çıkıyor, hemen bir “dalga.”

Ekonomik kriz, tepkiler, bir “dalga” daha.

Yeni ekonomik paket mi açıklanacak, al sana “dalga.”

“Türkiye ile dalga mı geçiliyor?” diye sormadan edemiyor insan.

Geçiliyorsa, yazık gerçekten çok yazık.

Yok eğer geçilmiyorsa; demokrasiden söz açılacaksa, hukukun üstünlüğü deniliyorsa, hani Deniz Feneri, dokunulmazlıkların kaldırılışı, yolsuzluk dosyaları nerede?

***

Hiç bunlara kafa yormaya gerek yok aslında. Ne isteniyorsa yapmalı.

Bir köşede oturup olan biten izlenmeli!

İstenen bu değil mi?

Yani tepkisizliğe alışmak...

Alıştırılmak...

Yani insanların “sus, susmazsan sıra sana gelecek” sözünü bellemesini sağlamak...

5 Nisan 2009 Pazar

BULUŞMA...
ALİ BULUNMAZ

Seçim bitti. Gündem yoğun.

Bunun tam ortasına G20 Zirvesi ve Obama'nın Türkiye ziyareti oturdu.

Davos'ta Peres'e kafa tutan Tayyip Erdoğan, Arap ülkelerinin ilgisi ve minnetine mazhar olunca, bu sefer de G20 Zirvesi'nde Danimarka Başbakanı Rasmussen'in NATO Genel Sekreterliği'ne karşı olduğunu açıkladı ve “van minüt” diyerek “NATO Fatihi” unvanını da kazanmak istedi.

Karşı çıkışının nedenini de, Roj TV ile Hz. Muhammed karikatürleri olarak açıkladı.

ABD ve İsrail'e biat etmiş Arap ülkelerinde haklı bir sempati yaratan Erdoğan, bu çıkışıyla oralardaki puanını da arttırdı.

Ama gelin görün ki ABD'nin çiçeği burnunda başkanı Hüseyin Obama soruna ağırlığını koydu ve Erdoğan'ı “one minute” formülüyle ikna etti...

***

Türkiye garip bir ülke. Siyasetin işleyişi de acayip.

Seçim öncesi Davos'ta ortaya konan tuhaf ortaoyunla şişirilmeye çalışılan yelkenler ve “Davos Fatihi” sloganıyla parlatılan propaganda, ekonomik kriz ve yolsuzlukların gölgesinde kaldı.

İç politikada “bir dakika”, dış politikada “van münit”le yol alınmaya çalışılırken, sular çekildi, fırtına dindi ve gerçek gündemle baş başa kalındı.

Ekonomik kriz, işsizlik, enflasyon ve yoksulluk daimi gündem maddeleri.

Şimdi bunlara kısa Obama ziyareti de eklendi.

***

“Değişimin” simgesi ve dünya lideri Obama Türkiye'ye geliyor. G20 Zirvesi'nde kırmızı halıda yan yana yürüyen ve aile fotoğrafında omuz omuza görünen Erdoğan ve Obama, bu kez Türkiye'de görüşecek.

Neler konuşulacak?

Enerji, İsrail-Filistin sorunu, Kıbrıs ve ekonomik kriz...

Obama Türkiye'de sempati topladı, gıyabi kutlamalar yapıldı, kurbanlar kesildi...

Mutlu ve kutlu bir gün, Obama geliyor.

Obama sempatik mi sempatik, kısacası kimilerinin ifadesiyle “bizden biri...”

Ezilmiş ve hor görülmüşlerin temsilcisi kimilerine göre...

Aşılamaz denen sorunların üstesinden gelmesi beklenen bir dünya lideri.

“Davos Fatihi” ve arabulucu Tayyip Erdoğan ile dünya lideri, ezilmişlerin yüzü ve sesi Hüseyin Obama.

Hollywood filmlerini aratmayacak bir buluşma.

Filmin adı, "One Minute" ya da Türkçesiyle "Bir Dakika..."