26 Kasım 2007 Pazartesi

GENİŞLEYEN VE DARALAN ÇEMBERLER
ALİ BULUNMAZ

Herbert Marcuse, 1940’larda “sanatla uğraşanlar dünyayı değiştiremez ama dünyayı değiştirecek güçte kişilerin düşüncelerini etkileyebilir” demişti.

Sanat, baskının boyunduruğuna girdiğinde mi yoksa başkaldırdığında mı sanattır? Bir başka deyişle, iktidarın hizmetkârı ve sözcüsü olan / bu kimliğe büründürülmeye çalışılan sanat ile onun herhangi bir dalı, kendi olarak kalabilir mi?

Sanatın, tüm dallarıyla “hayır” diyen, yeni bir dünya kurgulanışına ön ayak olan, eleştirel ve kalıpları kıyasıya kıran bir niteliğe bürünmesi gerekir. Aynı şekilde onlarla kendini ve sözü geçen “hayır”ı ifade eden kişiler de, bir özne olarak, baskının eziciliğine direnmesi zorunludur. Aksi halde, hangi sanat dalıyla uğraşılırsa uğraşılsın, sanatı sanat yapan yaratıcılıktan uzak kalacaktır.

***

Bir resim sergisi düşünün; tablolar nü eserlerden oluşuyor ve galeri, bunların ancak “nü halinden sıyrıldığı takdirde” sanatseverlerle buluşacağını bildiriyor. Ressam / “sanatçı” da, eserlerdeki sakıncalı yerleri “estetik bir çabanın ürünü olan tülbentlerle” örterek sergiliyor. Bunun anlamı, “ne yapalım böyle istendi, ben de uydum”dan başka bir şey değil. Bir diğer ifadeyle, sanatı / resim sanatını, baskıya göre “yeniden düzenlemek” bu.

***

İnsan bedeninin resimlerde ve öteki sanat dallarında açık seçik sergilenişinin miladı Rönesans’tır. Ortaçağ’da aşağılanan / Tanrı’ya göre konumlanan insan ve bedeni Rönesans’ta, Eski Yunan değerlerinin yeniden keşfiyle, daha güçlü biçimde sanatın her dalında konu olarak seçilmiştir. Bu, Ortaçağ’ın otoritelerine bir başkaldırıdır.

***

21. yüzyılda, Türkiye’de bir resim sergisindeki “sakıncalı” tablolar, üstelik yaratıcısı tarafından sansürlenip, baskıya mahkûm edilerek sanatseverlerin beğenisine sunuluyor.

Baskının çemberi genişlerken, sanatın özgürce kendini ortaya koyuşununki daraltılıyor. Şahin Filiz’in ifade ettiği “mikrofaşizm” etki alanını, makro düzeye çıkarıyor bir anlamda…

Hiç yorum yok: