21 Kasım 2007 Çarşamba

AKIL KORKUSU… (*)
ALİ BULUNMAZ

İnsan, aklından korkar mı? Neden olmasın. Akıl, ilerleme ve erginleşmenin lokomotifi; insanı insan yapan aklı akıl yapan da soru ve sorgulama değil mi? Bu bile, korkunun fitilini ateşlemeye yetebiliyor.

İnsanın kendini keşfetmesi uzun sürdü. Aklını kullanışı ve onun gereğini yerine getirişi ise sancılarla doludur. Bu yolda pek çok kayıp da verilmiş; söylenene inanmayan, söyleyene de kanmayan bir dolu insan katledilmiş ya da yaşarken ölmüş ve sürgünlüğü tatmıştır. Mağara adamları, kovuklarındaki “huzur” ve “istikrar” bozulmasın diye, olmadık işkenceler reva görmüştür onlara. Bunlar hep aklın “suçudur”, sorgulayan bilincin bir “araz” olarak algılanışının ürünüdür.

Sormak bulmanın; bulmak istemenin ve anlamanın ilk adımıdır. Bugün, insanı özneye dönüştüren aklın yerini, onun nesne haline gelmesini sağlayan “uyum” ve sorunun yerini de bilmezden gelmenin ve gerçekten bilmemenin eşlik ettiği sakatlanmış “yorumlar” almadı mı? Bu, bir “kurtuluş” aynı zamanda. Kimseyi rahatsız etmemek demek bir anlamda. İstenenin ta kendisi başka bir deyişle. Ürkütmemek, günümüzün en önde gelen “erdemi.” Bu “tavır”, yeni mağaralar bulma ya da oluşturmanın ve yeni mağara arkadaşları edinerek güçten yararlanmanın temel koşulu. Soru yok, kızdırmak ve ürkütmek ise sakıncalı. Tatlı sularda yüzmenin adı da “yaşamak” şimdilerde. “Üzerinde düşünülmeyen hayat, yaşanmaya değmez” diyen Sokrates’in kemiklerini sızlatan da bu değil mi? İnsanın aklıyla konuştuğu günler de geride kalıyor sanki. Bugünün belirleyicileri yoz bir gösteriş ve alabildiğine görgüsüzlük. Bunları karşımıza koyup düşünmek, sorgulamak ve “kendimizi bilmek” ise, oradan hızla kaçıp gitmeyi gerektiriyor. Zarafetimizi kaybediyoruz kısacası.

Her şeyin tersine çevrildiği bir dönemde yaşıyoruz. İnsan olmanın gereği, bilinci harekete geçirmektir ama şimdi kendimizi tanıyamayacak duruma geldik. Bir zamanlar sormayana kuşkuyla bakılıyordu, artık soruşturana deli gömlekleri giydirilip, yaftalar yapıştırılıyor; bilmek ve bildirmek isteyen aşağılanıyor. Başkaldırmanın bir değeri vardı, günümüzde ise bir an bile düşünmeden, yaka yıka “başkalaşmak” ve “değişmek”; unutmak ve mağaralara sığınmak, aranılan bir özellik haline geldi. Bu, akıl korkusunun egemenliğinden başka bir şey değil.

Buna bir de modernleşmesi sürekli örselenmeye çalışılan, “ılımlılık” masalı ile avutulup kuşatılan ve tüm yaşamı alaturkalaştırılan bireylerden oluşan yapısıyla bir toplum eklemlenince, korktuğumuz aklımızı yitirmeye ne kadar yaklaştığımız daha da rahat kavranabilir…

(*) Cumhuriyet, 04.11.2007

Hiç yorum yok: