29 Ekim 2007 Pazartesi

PARADOKSAL ATLAR…
ALİ BULUNMAZ

Türkiye’de bir oyun oynanıyor ki, ortaoyununa bile taş çıkartacak türden. Aldatmaca, laf cambazlığı, baskı ve suskunluk, oyunun başlıca öğeleri. Doğruyu söylemek, pek akla yatkın değil bugünlerde.

Örneğin “değiştiğini” iddia edenler “biz değişmedik, eski gömleklerimiz dolabımızda, zamanı geldiğinde giyeceğiz” diyebilir mi? “AB, demokrasi, özgürlük vitrin süsümüz; amacımız başka, tramvayın durağı belli” denebilir mi açık açık? Ya da ülkeyi Dolmabahçe Sarayı’ndan yönetme isteği dillendirilebilir mi? “Referandum kültürü”yle, başkanlık sistemi ve çoğunluk diktatörlüğüne yumuşak geçiş yapma amacı açıklanabilir mi?

İkinci cumhuriyetçiler, süslü ve dolgun kelamları geçip, “bize yer, yurt, köşe, maaş verenlerin sesiyiz; iktidarımızın ve istikrarımızın bozulmasını istemiyoruz” diyebilir mi? O kadar kolay mı?

Fethullah cemaati “demokrasi, çağdaşlık ve diyalog bizim için araçtır; amacımız din devletidir, örgütleniyoruz, hazırlanıyoruz; her gün 500 bin gazeteyi şu yollarla dağıtıyoruz, arkamızda bunlar var, paramız buradan geliyor, AB ve ABD’de hatırlı dostlarımız ve sıkı ilişkilerimiz var, bunları amacımız için kullanıyoruz” der mi? Geçmişte dediler, ya şimdi? Onlar da “değişti.”

Toplum mühendisleri, “biz halkı ‘ılımlı İslam’, ‘bir arada yaşama’ ve ‘buna da şükür demokrasisi’ne alıştırıyoruz” dese fena mı olur? Özcü ayrımcılar, Kürtçüler, etnik demokratlar lafı dolandırmasa “Türkiye’nin eyaletlere bölünmesini, etnik kimliğimizi kafa kâğıdına yazdırmak istiyoruz; bir, iki, daha fazla ‘Türkiye’ hedefliyoruz” diyebilir mi?

Aslında bunlar, satır aralarında hep söylenen şeyler. Ama laf kalabalığı, dolambaçlı yollar ve gönülleri fetheden söylemler, gerçekleri allayıp pulluyor. Bu arada iki paradoksal at da, koşusunu sürdürüyor.

Bir yanda çağdaşlık, laiklik, demokrasi, özgürlük; öte yanda cemaatçilik, dincilik, emek sömürüsü, yozlaşma, vurgun, takiyye…

Birbirinin tersi yöne hareket eden iki attan biri alıp başını gidecek. Zaman hızla akıyor.

Hangi atın tökezlemesi sağlanıyor? Hangisinin ayağının kırılması “konjonktüre” uyuyor?...

Hiç yorum yok: