8 Ekim 2007 Pazartesi

“MİLLETİN ADAMLARI” VE “REFERANDUM KÜLTÜRÜ”
ALİ BULUNMAZ

Yaz aylarında elden ele dolaşan bir kartpostalda, “milletin adamları” ibaresini üç fotoğraf süslüyordu: Menderes, Özal ve Tayyip Erdoğan.

1950’lerde aldığı yüksek oyun büyüsüne kapılıp, “siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz” sözleriyle millet dalkavukluğunun ve arkasından yaşanan gerilimlerin kapısını aralamıştı Menderes.

12 Eylül’ün yarattığı baskı ve karmaşa ortamı ve siyasi boşluğundan kazançlı çıkan tek isim ise, on yıl boyunca ülkeyi hanedanıyla yöneten Özal olmuştu. Onun döneminde “işini bilen bürokrat ve memurların” kotardığı, yozlaşmış ve yolsuzluklara mahkum olan bir Türkiye tablosu kotarılmıştı. “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” sözüyle başlayan hukuk tanımazlık ve yumuşak diktatörlük, bugünlere gelmemizde önemli role sahipti. Halkın gözünün boyandığı, durumunun görece “düzeldiği” ancak yozlaşmanın sınırının kalmadığı ve demokrasinin, yöneticiler ile onların yandaşlarının çıkarına göre tanımlanıp uygulandığı bir dönemdi Özal’lı yıllar. O süreçte, “milletin değerleri” söyleminin arkasına gizlenen ve güçlendirilen tarikat-ticaret-siyaset şeklindeki sacayağı, günümüzün gerilim ve açmazlarını hazırladı.

2001 ekonomik krizinden beslenip, medya ve AB-ABD-tarikatlar ile iş çevrelerinin desteğini alarak, 2002’de tek başına iktidar olan AKP de millet dalkavukluğuna sarıldı. 1990’lı yılların ikinci yarısının Milli Görüşçü belediye başkanı, şimdinin başbakanı Tayyip Erdoğan “millet isterse laiklik elbette elden gidecek” dememiş miydi? O günden bugüne “değiştiğini” savundu, iktidar yapıldı.

Kendini “milletin adamı” biçiminde niteleyen Erdoğan, kimlerle kavgalı? YÖK, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, TSK, laikliği ödünsüz savunan kişi ve kurumlar ile Atatürkçü aydınlar. Peki, değişen ne?

* * *
Türkiye referanduma giderken, gerilim ve kavgalar sürüyor. Sınır kapılarında oy verme işleminin başladığı ve oy kullananların niçin oy verdiklerini tam olarak anlamlandıramadığı referandumun “konusu” ne? “Cumhurbaşkanını halk seçsin mi seçmesin mi?” Erdoğan, buna “evet” oyu verilmesi çağrısı yaptı. Bununla da yetinmedi, “Türkiye bundan böyle referandum kültürüne de alışmalıdır, bu ülkede öyle konular gündeme gelecek ki, artık o konuları sahibine götüreceğiz” dedi.

Hangi konular onlar? Hükümetin terör politikası mı? Milletvekili dokunulmazlıkları veya maaşları mı? Yolsuzluklar mı? Bunlar referandum konusu olabilir mi? Zor.

Peki, ne gelecek milletin önüne? Üniversitede sıkmabaşı serbest bırakmak mı? Buradan bir gedik açılması mı tasarlanıyor?

Ne diyordu Erdoğan?: “Bunun için toplumsal mutabakat gerekli.” Mutabakatın girizgâhı halkoylaması mı olacak?

Sıkmabaşlı öğrencilerin ağırlıkta olduğu bir iftar yemeğinde, “ne zaman ‘başörtümüzle’ üniversiteye gireceğiz?” sorusuna Erdoğan, “başörtüsü konusu aşama aşama gerçekleşecek, bunu gündeme getirdiğimizde önümüze engeller çıkarılıyor” yanıtımı vermedi mi?

Engeller ne? YÖK, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, TSK. “Referandum kültürüyle” bu engeller aşılmaya mı çalışılacak? “Milletin adamı” Erdoğan, sivil darbesini meşru kılmak için referandumları mı kullanacak?

Sözü geçen “referandum kültürünün”, 1979’da İran’daki oylamalara benzemeyeceği güvencesini kim verebilir?

Tepkiler hafifletilerek, halkın zihni bulandırılıp “her şeye” alıştırılarak; sivil darbeyi “demokrasi” ile soslayarak ve en sonunda “millet böyle istiyor” diyerek, “referandum kültürü” çıkışıyla varılmaya çalışılan nokta nedir? “Muhafazakar demokrasiden” başkanlık sistemi ile eyaletlere bölünme, oradan da İtalyan tarihçi Roberto de Mattei’nin ifade ettiği gibi bir İslam devletine doğru bir geçiş mi?

Hiç yorum yok: