27 Haziran 2008 Cuma

GÜNEBAKANLAR…
ALİ BULUNMAZ

Kendimize soralım: Nelere alıştırıldık, alıştırılıyoruz? Hangi renkler etrafımızı kuşatıyor? Sorguluyor muyuz? Yüzümüzü ışığa vurmak için ne yapıyoruz? Gülten Akın’ın bir şiiri vardı, "Körleşme", anımsıyor muyuz:

“Körleşme’ diyor telefondaki ses / bakmadan yürüyüp gidiyoruz / ırmak yanımızdan akıyor / dağıttığımız, boşa gittiğini sandığımız sözcükleri bir bir derleyerek / bir gün yeni bir yatak açmak için kendine umutlanıyoruz (…) ırmak yanımızdan akıyor yatağını zorlayarak / yıkarak bazan / bakmadan geçip gittiğimiz o sislerin içindeki: ah / geri dönüşlerle yürüyor kimimiz / düşleri azaldıkça anıları artıyor / onlar bizim delilerimiz mi / kilitleyip unutuyoruz…”

Toplum olarak bir körleşme içinde miyiz? Görmemek, duymamak hatta konuşmamak “en iyisi” gibi geliyor. Zaten böyle öğütlenmiyor mu?

“Konuşmayın; konuşmazsanız biz de dinlemeyiz” denmiyor mu? Suskunluk, bezginlik ve kabulleniş. Sessizliğin sesi: Onu dinlemeye gerek yok.

Konuşanlar, baskı kurup yıldırıya yönelenler “bizi dinleyin yeter” diyor; “yalnız biz konuşalım, ‘çatlak sesleri’ de başka türlü dinleyelim” buyuruyor…

Körleşiyor muyuz? Lal olup, kuytulara mı çekiliyoruz? Çatıları namazgâh seçenlere bakıp, herhangi bir şey geçiriyor muyuz aklımızdan? Ya 1923 Aydınlanmasını “travma” olarak niteleyenlere ne demeli? Bu niteleme bile bir travmanın göstergesi değil mi?

“Mahalle” adı altında, tarikat ve cemaatleri kucaklayanları, “onlar aslında şunu söylemek istedi” diyen kadrolu düzeltici ve “zihin açıcıları” seçebiliyor muyuz?

Politikayı, yaşamı, insan ilişkilerini ve dünyaya bakışımızı “özgürlük” adı altında dinciliğe yedirmeye uğraşanlar bir ırmak gibi akıyor yanımızdan. Farkında mıyız?

Turuncu ve turkuaz renklere alışmak istemeyen, örtünün altında gizleneni açık edenleri, alaycı bir gülüşle “meczup” kılanlara da mı bir sözümüz yok? Yargının aldığı kararları “kendi çıkarlarını zedeler” bulduğu için aşağılayan ve neredeyse tanımayanları geçiştirenlere ne demeli?

Susmak, ortak olmak ve uslu çocuğu oynamak demek bir anlamda. Konuşmak ise umut. Karanlığın boğuculuğunu silkeleyen bir edim. Korkuya ve korkutmayı yöntem olarak seçenlere karşı bir duruş. Aydınlığın sesi ve rengi… Yaratılmaya çalışılan “biat et, rahat et” ezberini bozan bir eylem aynı zamanda.

“Ilımlı İslamcılığı”, “demokrasi” makyajıyla allayıp pullayan yobaz egemenliğinin işgüzarlığını ortaya saçan; “bizden-onlardan” gibi ayrımların oyununu suya düşüren bir yeti öte yandan. Aydınlığa giden yol…

Aydınlık kimilerinin gözünü kamaştırıp, rahatsızlık yaratabiliyor doğal olarak. Zihninde karanlığı büyütüp, hayata simsiyah bir perde çekmeye çabalayanlar için aydınlık, katlanılması zor bir şey.

Karanlığı yırtıp atmanın yolu, yüzü aydınlığa dönmek. Günebakanlar gibi.

Körleşmeyi önleyecek yegâne çare de bu…

Hiç yorum yok: