25 Ocak 2008 Cuma

YALNIZLAŞMAK… (*)
Ali BULUNMAZ

Uğur Mumcu 9 Aralık 1974’te, Yeni Ortam’daki “Sorumlu Olmak” başlıklı yazısında, sorumluluk bilinci zayıf toplumlarda “suskunluk kural, konuşmak ve eleştirmek de kural dışı olur” diyordu. Yazısının son cümlesi ise “önemli olan, insanın böyle bir toplumda bir ‘mezar taşı’ suskunluk simgesi olmamasıdır” idi.

Şimdilerde sorumluluk bilincinden uzak suskunlar karşısında yalnızlaşıyoruz sanki. Kendinden ıraktakiler, susmanın adını bazen “özgürlük” bazen de “mutluluk” koyuyor. Cemaatleşerek ve birey olmaktan uzaklaşıp ümmete evrilerek, “huzur” ve “istikrarı” yakalayanların yanında, seslerini duyurmaya çabalayanların önüne engeller dikiliyor.

Durmadan dönüp değişmek; ne oldum deliliğinin boyunduruğu altında günden güne kişiliksizleşip silikleşmek yaşamak mıdır? Olup bitene ses çıkar(a)maz hale gelenler, alışmaya başlamadı mı buna? Alışkanlıklar, sorup sorgulamaya karşı bir duvar örmüyor mu? “Boş ver gitsin” denmiyor mu sonra? Sıtkı sıyrılanlar unutmaya yeltenip, en sonunda bilinçli bir terk edişe yönelmiyor mu?

Gözlerin içine bakılarak söylenen yalanları, “gerçek” diye adlandırma kolaycılığı değil mi kimilerine “mutluluk” veren? Kılını kıpırdatmayan o kitlenin dilinden, “hamdolsun” ve “çok şükür” nidaları dökülmüyor mu? Ağızlardan bunlar çıkıyor, kalemler bunu yazıyor çoğunlukla. Ama varolan soruşturulup, tüm çıplaklığıyla ortada duran eleştirildiğinde, aforoz ediciler görevini kuşanıyor hemen. Suçlamalar ve “her şey yolunda doludizgin gidiyor” telkiniyle kovuşturmalar başlıyor.

Kervan yürüyor, yolsuzluk yol oluyor; vurgunun adı “istikrar”, cemaatleşmeninki ise “demokrasi.” Yalnızlaştığımızı hissettikçe, “renksiz” ve “ak” olanlara inat, onurlu kalemleri özlüyoruz. Hemen yanı başımızda bir dost ses, Behçet Aysan’ın sesi, yaşananların farkında olmayanları uyarıyor:

“Sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler / yalan her şey gibi aşklarınız da / yaşamı ölüm diye anlatıyorlar size / yalanı gerçek diye.”

Yalnızlaştıkça, 15 yıl önce Uğur Mumcu’nun ardından çoğalan kalabalığa dönüyoruz yüzümüzü ve onun anlattıklarına; gerçeklere, bugünlere, yarınlara… Verilen sözler, edilen yeminler omuzlarımıza biniyor. Bugün yemin eden ve söz verenler karşımızda bitiyor: Yalanı “gerçek” diye anlatan, kalemini yalanla “gerçek” kılanlar.

Umutsuz muyuz? Yılgın mıyız? Olmamalıyız. Ama yalanların peşinden gidip, olanı biteni görmek istemeyenler karşısında yalnızlaşıyoruz. Şimdilik hepsi bu….

(*) Cumhuriyet, 24.01.2008

Hiç yorum yok: