18 Ocak 2008 Cuma

TÜRBAN NEYİ SİMGELİYOR? (*)
Ali BULUNMAZ

Türban tartışması Avrupa’da alevlenmeye başladı. Almanya’da “uyum” için türban takılmaması gerektiği belirtiliyor, İngiltere ve Fransa’da kamu kuruluşlarında veya okullarda başta türban olmak üzere, dini sembollerin kullanılması yasaklanıyor. Bu tartışma Türkiye’de ise yıllardır yaşanıyor. Ancak bunun nedenlerini Avrupa’daki uyum gerekçesi ile karıştırmamak gerek.

Türkiye’de bir kesim, “türbanın kadını özgürleştirdiğini” savunuyor; üstelik bu savunu, genelde erkekler tarafından gerçekleştiriliyor ve sıkmabaş kadınlar da bu savunuya büyük destek veriyor. Bir diğer kesim, türbanın siyasal bir simge olduğunu ifade ediyor ve kamu kurum ve kuruluşlarında kullanılmaması yönünde görüş bildiriyor.

İlk görüş “doğru.” Çünkü kadını ikinci sınıf insan sayan bu yaklaşım, kadının sokağa çıkabilme şartı olarak “örtünmeyi” getiriyor. Bir diğer ifadeyle tesettüre bürünen kadın, “sosyalleşebilmesinin” koşulu olarak türbanı savunuyor. Örtünme aynı zamanda, bir kadının kendisi gibi türban takan diğer kadınlar arasında “dayanışmanın” oluşmasını sağlıyor. Ancak buradaki sorun, dini görüşler nedeniyle örtündüklerini belirten kadınlar, dinde tesettüre bürünme veya türban takma gibi bir şartın bulunmadığını; bunun din “yorumcularının” ve sömürücülerinin yarattıkları “geleneklerden” ve uygulayagelişlerden kaynaklandığını kabul etmek istemiyor. Çünkü kadınlar bu uygulanagelişlerin, kendilerini edilgin kılan yönüne değil; “özgürleştirme” yönüne vurgu yapmayı tercih ediyor veya etmeleri isteniyor.

“Türban yasağı kaldırılsın” ya da “zulüm devam ediyor” gibi sloganlarla sokaklara dökülenler veya üniversite yollarını aşındıranlar, sanki türban tüm yaşamda yasakmış / şimdilerde Tunus’takine benzer şekilde yasaklanıyor gibi bir hava estirmeye çalışıyor. Buna kimi “özgürlük” ve “demokrasi” savunucuları da katılıyor. Bu kişiler dincilerle birlikte “laiklik adına (ki başörtüsü demeyi tercih ediyorlar) türbanın yasaklanması, kişi hak ve özgürlüklerine aykırıdır” ifadesini dillendiriyor. Bu söylem komik olmakla beraber düşündürücü de. Komik çünkü, türban takan kadınlarımızın ve genç kızlarımızın sayısında hızlı bir artış bulunmakta; kimse türbanlılara, örtünenlerin örtünmeyenlere yaptığı gibi “neden” diye sormamaktadır. Düşündürücüdür çünkü sanki laiklik insanların inanç özgürlüklerini engelliyormuş gibi bir noktaya gelinmektedir. Oysa laiklik, inançlardan doğan hiçbir hak ve özgürlüğü yasaklamadığı gibi, tüm inananların ya da inançsızların hak ve özgürlüklerini kollamaktadır.

Ancak bunu başka yerlere götürüp, türbanı “özgürlükle” eşdeğer görmek ve laikliğin hak ve özgürlükleri engellediğini ileri sürmek, en sonunda da “1930’lardan kalma” olduğu ifade edilen laikliği savunmanın, “asıl irtica” biçiminde yorumlamak yalnızca konuyu saptırmak, demagoji yapmaktır.

Kimi müsteşarların “Cumhuriyetin modasının geçtiğini, İslam devleti kurulması gerektiğini” düşündükleri ve kimsenin inancına kimsenin karışmadığı, ama karışıyormuş izlenimi yaratılan bir ortamda türban; Cumhurbaşkanlığı, Anayasa Mahkemesi, YÖK, Danıştay ve Üniversitelerle beraber birçok çağdaş kurumu ve cemaatleştirilmeye çalışılan toplumun tamamını “fethetmeye” yönelen zihniyetin kullandığı siyasal simgeden başka bir şey değildir. Türbanı “moda” sayanlar veya “yerel giysi” gibi gösterip, başörtüsüne dönüştüren söylemi geliştirenler kavram kargaşasından yararlanmaya çabalıyor.

(*) 27.10.2006, Cumhuriyet

Hiç yorum yok: