16 Ocak 2008 Çarşamba

GAZETECİLİK OYNAMAK
ALİ BULUNMAZ

Soru sormak, insanı insan yapan özniteliklerin başında geliyor. Soru olmadığında ortaya çıkan sonuç ise inanma.

Ardından inanma, bilme veya bilginin yerine geçiveriyor. Bir başka deyişle, bildiğini sanmak, “bilmekle” veya “bilgiyle” eşleştiriliyor. Tehlikeli bir yarı cahillikten öte bir şey değil bu.

Tehlikeli, çünkü yaratabileceği etki, ulaştırabileceği vargı yanıltıcı. “Evet, böyle”, “tamam anlaşıldı” gibi sözlerle, defter ve hesap kapatılabilir. Güncel deyişle, büyük fotoğraf görülmez olur.

Bunu engellemenin tek bir yolu var, o da sormak.

Örneğin gazeteci, sorumluluğunun gereğini yerine getirerek eldeki belge ve verileri değerlendirip, önce kendine, ardından ilgili kişi, kurum ve kuruluşlara; yetkililere sorusunu yöneltmeli, değil mi?

Anlık heyecanlar ve hezeyanların önü bu şekilde alınabilir, değil mi?

Sorunun yanıtını bulmak, bulmaya çabalamak ayrı bir zahmet olsa da, edinilen bilgiyi fikre dönüştürme aşaması, aynı derecede önemli.

Bilgisizlik suç değil, bilgisizlikten doğan cahillik de. Asıl tartışılması ve yok edilmesi gereken, bilgi sanılanın doğurduğu ve heyecanla, etten önce çömleğe düşmenin yarattığı yarı cahillik durumu. Her insan için acıklı bir görüntü verse de, gazeteci adına daha da katlanılmaz ve affedilmez bir sorumsuzluk bu.

Böylesine bir durumu, zaman ayırıp sorgulamak bile cesaret ister. Hele bugün.

Kendini iktidarın boyunduruğu altına, bilerek ve isteyerek sokan medyanın, sorumlu ve tarafsız (gerçek demokrasi ve aydınlanmadan taraf olan) basına saldırması; ondan hoşnut olmaması, bu düşünme tembelliğinin ya da bilip de bilmezlikten gelmenin doğal bir sonucu. Otosansür, dayatmalara boyun eğme, çarpık ve karmaşık ekonomik ilişkilerin nesnesi olma da bunun köpüğü.

Asıl işlevini (bir anlamda sorma ve sorgulama; araştırma yetisini) kaybeden “gazetecilerin” yaptığı ise yalnızca oyun oynamak.

Yani cambazlık…

Hiç yorum yok: