20 Eylül 2007 Perşembe

“TAHRİK”, “SUÇ” VE ADALET…
ALİ BULUNMAZ

Hukukun idesi adalettir. Bir başka söyleyişle hukuk, adaletin sağlanmasının; ondan da önce, adaleti istemenin ilk adımıdır. Adil olmak demek, belirli bir düzeni ve bu düzeni meydana getiren koşulları istemektir her şeyden önce. Burada da karşımıza hak kavramı, daha özelleştirecek olursak insan hakları diye ifade edilen haklar bütünü çıkmaktadır. En temel hak ise, yaşama hakkıdır. İşte adaleti ide haline getiren hukukun, koruyup kollaması gereken başlıca hak da budur. Bu hakkın yok edilmesi durumunda, sözü geçen ve istenen düzen (düzeni oluşturan ilkeler bütününü sağlayan hukuk) devreye girer.

Geçtiğimiz günlerde, hukukçular ve hukuk felsefesi uzmanlarının dikkatle incelemesi elzem olan bir yargı kararı ile karşılaştı Türkiye.

İzmir’de eşini kablo ile boğduktan sonra, cesedini buzdolabında saklayan kocaya ilkin ağırlaştırılmış ömür boyu, ardından “tahrik” gerekçesiyle 24 yıl ve en sonunda sanığın iyi halinden dolayı 20 yıl hapis cezası verildi.

Aslında “ilginç” ve acı olan, konunun “tahrik” boyutu. Çantasında kullanılmış doğum kontrol hapları bulması ve eşinin piercing yaptırması, kocanın suçu “tahrik” altında işlediğine kanaat getirilmesi için yeterli görüldü.

“Tahrik” unsurlarından doğum kontrol hapı, mahkemeye sanığın avukatı tarafından, eşinin müvekkilini aldattığına dair bir “kanıt” olarak sunuldu. Peki, doğum kontrol hapları, aldatmayı kanıtlıyor mu? Piercing, “tahrik” unsuru ve bir insanı öldürme nedeni olabilir mi? Hepsinden öte bir insan, gerekçesi ne olursa olsun, bir başka insanın yaşam hakkını elinden alma “hakkını” nereden buluyor?

Demek ki, çantasında doğum kontrol hapı bulan / bulacak ve taktığı takı ile giydiği giysiden kendince sonuçlar çıkaran / çıkaracak herkes, eşini öldürme “hakkına” sahip olabilir. Savunmayı yapan avukatın ve kararı veren hakimin mantığına göre bu, böyle.

Bıkmadan usanmadan tekrarlamakta fayda var: Yasalar değişebilir, geçerliliği kalmayan veya günün gereklerini karşılamayan kanunlar rafa kaldırılabilir; ama onu / onları yorumlayıp uygulayacaklar, bir noktadan sonra önem kazanır. Bir başka deyişle, sözü geçen olayın ardından getirilen yorum, “tahrik-suç” bağıntısı ve verilen karar, tam anlamıyla bir zihniyet sorununa atıf yapıyor.

Yaşamın ve yaşam hakkının başat kılınması, uygulayanların hukukun ideleştirdiği adaleti göz ardı etmemesine ve oluşturulan yasaların kimi ön kabul ya da bilinçaltı yönlenmelerle yorumlanmaması ile ilintilidir. Aksi halde, verilen bu kararın benzerleriyle sürekli karşılaşmamızın yolu açılır…

1 yorum:

Warped Scene dedi ki...

14.07.2007 tarihinde cumhuriyet gazetesinde çıkan "Çokkültürlülük, Çokkültürcülük" başlıklı yazınızı da bloga koymanızı
öneririm.Teşekkürler.