26 Eylül 2007 Çarşamba

ÇOKKÜLTÜRLÜLÜK, ÇOKKÜLTÜRCÜLÜK (*)
ALİ BULUNMAZ

Küreselleşmeyle birlikte ön plana çıkan kültür politikalarının temel amacı, “postmodern” denilen düşünce kalıbı eliyle evrensel değerlerin ve kavramların içini boşaltmaktır. Kavramlaştırmayla konulan sınırın yok edilmesi (: kavramın içeriksizleştirilmesi), değerleri alaşağı ettiği gibi sorunları da çözmez; aksine derinleştirir. Buna en güzel örnek, çokkültürlülük ile çokkültürcülük kavramları arasında yaratılan karmaşa ve sakatlığa yol açan yapay geçişkenliktir.

Çokkültürlülük, farklılıkların / farklı kimliklerin bir potada eritilmesine / beraberce yaşamasına dayanan bir olgudur / varolandır. Ulus devletin yapısı bunu gösterir niteliktedir. Ulus devlette, her bir farklı kimlik, kendi özniteliklerini ve yapıp etmelerini / geleneklerini koruyup; tek bir ulus ve vatandaşlık çatısı altında toplanır. Türkiye de böyle bir ulus devlettir. Azınlıklar da dahil olmak üzere, tüm etnik grup ve topluluklar, vatandaşlık bağı ile Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlıdır.

Çokültürcülük ise, evrenselliğe karşı geliştirilen bir “çözüm” denemesidir. “Ben / biz” -“o/ onlar” gibi bir ayrışmaya dayanır ve özcü yaklaşımlardan beslenerek (ve aynı zamanda onları besleyerek), belirli bir kültürün veya etnik grubun üste çıkarılması / üstün kılınmasının / popüler hale getirilişinin de diğer adıdır. Çokkültürcü politika, önünde sonunda yerelliğin / belirli yerelliklerin kendisini baskın hale getirme / getirilmesine yardımcı olma edimine dönüşür. Bu da yerel-küresel gerilimi ve çatışması yanında; özcü ayrımcılık temeline dayanan yerel-yerel gerilimi ve çatışmasını doğurur. Buna verilecek en güncel örnek, şimdilerde Irak’ta yaşanan mezhep çatışmalarıdır.

Çokseslilik olarak da sunulan çokkültürcülük, yerelin farklılığı / kendisine benzemeyeni dışlama isteği bağlamında, aslında tek sesliliğe kapı aralayan bir yapıdadır. Bir diğer deyişle, “postmodernite” denilen düşünce kalıbının hayat verdiği çokkültürcülük, bir yandan farklılıkları / özgünlükleri yüceltirken herkesi herkesleştirir; diğer yandan, tek tek benzemezlikleri keskinleştiren ve çatıştıran siyasi-sosyal-kültürel altyapıyı hazırlar. İşte Kürtçülük de, bu tür bir çatışma / çatıştırma esasına dayanır.

Çokkültürcü politikanın doğurduğu, ayrımcılık temelli Kürtçülük, (“Kürt Sorunu” şeklinde öne sürülüp) iddia edildiği gibi “Kürtlerin hakkını arama” ya da “kültürel açılımlar yapma”nın değil; Kürtler üzerinden ayrımcı ve kışkırtıcı siyaset üretmenin, Kürtleri propaganda malzemesi olarak kullanıp bir çatışma politikası gütmenin ve gerilimden yararlanmanın bir diğer adıdır.

Dolayısıyla buradaki pragmatik yaklaşım, Kürtlerin de diğer tüm yurttaşlar gibi eşit haklara sahip olduğunu dillendirme noktasında çekinik kalmaktadır, çünkü çıkar ilişkileri burada en belirgin düzenleyicidir. Öte yandan Kürtçülük, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri’ndeki temel sosyal ve kültürel sorunları (işsizlik, aşiret düzeni, töre cinayetleri, kalkınma…) çözmeye yönelmenin aksine; siyasal ve sosyal farklılaşma / ayrışma türünden bir politika izlemeyi / bunu savunmayı yeğlemektedir.

Şu örnek konuyu açımlamak bakımından yol gösterici olabilir: Lozan Antlaşması’yla belirlenen azınlıkların haricinde, ağırlıklı biçimde AB’nin yürüttüğü kültür politikasıyla beraber Kürtler de azınlık haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bölge halkı çoğunlukla bu konumu kabul etmemekle birlikte, bu söylemi pazarlamaya koyulanlar “demokrasi”, “özgürlük” ve “çokseslilik” şeklindeki açılımlarla, zaten hassas olan konuyu daha da içinden çıkılamaz bir noktaya getirmektedir. Mezhep savaşları yaşanan Irak’ın kuzeyindeki “Kürdistan” yönetiminin de bugün Irak’ın başındaki isimlerin de konu ile ilgili tavırları bellidir: Mesut Barzani, “Türkiye’nin sorunu Kürt halkıdır” gibi kışkırtıcı bir açıklama yaparak, sorunun aslen Kürtçülük sorunu olduğunu doğrulamıştır. Yine “Türkiyeli / Türkiyelilik” ve “alt kimlik-üst kimlik” tartışmaları / söylemleri de, çokkültürcülüğü (dolayısıyla özcülüğü) ve onun bir örneği olan Kürtçülük sorununu beslemektedir.

Özetle ayrımcılık temeline dayalı çokkültürcü politikanın bir çeşidi ve sonucu olan; bir tür mikromilliyetçiliği körükleyen Kürtçülük ile onun doğurduğu gerilim, Kuzey Irak’tan AB’ye, ABD’den Türkiye’deki kimi “aydınlara” kadar uzanan bir açmazdır. Ancak burada asıl zarar verilmek istenen / zarar gören, bir ulus devlet olan ve böl-yönet tehdidini açıkça hisseden (zaten çokkültürlü ve çoksesli olan ve barış içinde yaşayan) Türkiye’dir…

(*) Cumhuriyet, 14.07.2007

Hiç yorum yok: