17 Eylül 2007 Pazartesi

SORGULAYICI BİLİNÇ…
ALİ BULUNMAZ

Hikmet Çetinkaya, Cumhuriyet’te 15 Eylül günkü yazısında “tarikat kültürü”nün yaygınlaştığına; toplumun bununla yönlendirildiğine dikkat çekiyordu. “Tarikat kültürü”nün temeli “biat”tır. “Tarikat kültürü”, bir anlamda biat kültürüdür. Burada esas olan kulluktur; sözden çıkmama ve “etkin” ve “yetkinlerin” her söylediğini koşulsuz kabul etmedir. Üstelik, biatı yaşam biçimi haline getirmektir.

Akıl örselenmiş, sorgulama ve bilinç yok edilmiştir. İnanmak, bilmenin yerine geçmiştir. Sorgulayıcı bilince zincir vurulunca, geriye kör inanç kalır. Nedenler, nasıllar da böylelikle kaybolur gider. Soru ise kuşku ile eş anlamlı hale gelir. Tarikat veya biat kültürü ile yetişenler ve bu kültürün yaygınlaştırılmasıyla, insanlar sorup soruşturmadan uzaklaşır ve sadece inanır. Bunun sonuçları nedir?

Örneğin “sivil anayasa”nın neden gözlerden ırak, toplu Cuma namazları sonrası kampvari yerlerde şekillendiği ve taslağa en son halini başbakanın vereceği sorgulanmaz. Bunun yanında “anayasada Kemalizm olmamalıdır; Kemalizm ideoloji değil, bölgesel bir düşünce sistemidir” ya da “her siyasi parti, bütün Atatürk ilkelerini benimseyerek siyaset yapmak zorunda değil” sözlerinin arkasındaki anlam da, devre dışı kalan sorgulayıcı bilinç olmadan anlaşılmaz.

Yine sıkmabaşın ne gibi bir özgürlük sunduğu tartışılmaz ve bir belediye başkanının cumhurbaşkanı Gül’ün yollarına, bölgesindeki açlık ve sefalete rağmen neden 23 bin gül döktüğü es geçilir. Bir öğretmenin, milletvekillerinin önünde diz çöküp “sorunları onlarla yakından paylaşması” ise geçiştirilir.

ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Nicholas Burns’ün, Erdoğan ve Gül için “güvenilir isimler, bize verdikleri sözleri tuttular” ve “Türk siyasi hayatına müdahale etmek ABD’nin işi değil; bizim Türk hükümetine ve demokrasisine inancımız tam” ifadelerinin neyi amaçladığı önemsenmez.

Ramazan ayında harem-selamlık iftar çadırı kuruluşu, orada bulunan insanlara ayrımcılık yapılması ve gösteriş de göz ardı edilir.

Erdoğan’ın kendisini eleştiren yazar, çizer ve aydınlara yapmadığını bırakmaması sonrasında, “aydınlar seslerini yükseltmeli, eleştiriler ortaya koymalı ve cesaretli olmalı” deyişi yalnızca dinlenir veya “medya büyüklerince” atlanır. 301. madde kaldırılsın diye içeride dışarıda propaganda yapanlar ile “Türkiye’de ‘ılımlı’ İslamcılar demokrasiye laiklik yanlılarından daha saygılı” diyen Nobel Ödüllü Orhan Pamuk, Kanaltürk’e yayın durdurma cezası verilmesi karşısında “demokrasi” adına tek kelam etmez.

***
Şimdilerde “darbe korkusu” temalı yazılar döktüren; Atatürkçüleri “faşist-militarist” diye fişleyen ve dinciliğe “demokrasi” adını vermekle meşgul olan ikinci cumhuriyetçiler, kendilerini palazlandıran ve sorgulayıcı bilinci yok eden tarikat-biat kültürünü egemen kılanlara yatıp kalkıp teşekkür etmeli.

Yeri gelmişken Kenan Evren, kendisiyle yapılan ve 11 Eylül’de Milliyet’te yayımlanan söyleşisinin sonunda bir saptamada bulunuyor: “Türkiye’de çok büyük gerilim var. Her sahada ülkelerle yarış yapıyoruz, yılgınlığa düşmeyelim. Yeter ki Türkiye’yi gerici bir gücün pençesine vermesinler.”

Sorgulayıcı bilinç egemen olsaydı, herkes şunu / şunları sorardı: 12 Eylül ortamında, Fethullah Gülen ile yakın ilişkiler kurup, tarikatları ve onların kültürü ile yaşam biçimini geçer akçeye dönüştüren Kenan Evren için gerici kimdir? Sorgulayıcı bilinci ve gerçek aydınları işkenceden geçiren, fişleyen ve idam eden cuntanın başı; “bizim çocukların” kaptanı Kenan Evren için gerici kimdir?

Ama günümüzde bu soruları soran sorgulayıcı bilinçler, “faşist”, “darbeci” ve "köhne düzenin” temsilcisi, öyle değil mi?!..

Hiç yorum yok: