2 Temmuz 2007 Pazartesi

UZAKDOĞU’DA ÇEVRELEME SİYASETİ
Ali BULUNMAZ

Japon komutan Yamato, 7 Aralık 1941’de Pearl Harbor’daki ABD donanmasına düzenledikleri baskının ardından, heyecanla beyanat isteyen gazetecilere “şimdi uyuyan devi uyandırdık” der. Gerçekten de öyledir. Çünkü 1941, İkinci Dünya Savaşı’nın seyrini değiştirmiş; ABD’nin savaşa dahil olmasıyla SSCB ile ABD arasında ortak düşman(lar)a (: Nazi Almanyası ve Japonya’ya) karşı 1945’e kadar sürecek bir ittifak kurulmuş; bunun yanında Almanların geliştirmeye çalıştığı atom bombası, Nazilerden kaçan bilim insanlarınca ABD’de üretilmiş ve savaşı sonuçlandırmak amacıyla Japonya’ya atılmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Japonya’daki etkinliğini arttıran ABD ve bu etkinliğin en önemli aktörü Mc Arthur, 1947’de hazırlanan anayasa ile Japonya’nın herhangi bir dış tehdide karşı savunma ihtiyacını sınırlayan bir ordu kurulmasına ön ayak olur. SSCB’nin yıkılışına kadar, ABD ile pek çok güvenlik ve bağlılık anlaşması imzalayan Japonya’nın bu askeri gücü de, oluşan yeni koşul ve tehditler karşısında tekrar gözden geçirilir. Böylece Japonya, ABD ile 1997’de imzaladığı anlaşma (“ABD-Japonya Savunma Anahattı”) sayesinde, belirebilecek yeni bölgesel tehditlere müdahale etme yetkisini kazanır.

2000’li yıllara gelindiğinde, ABD ile Japonya arasındaki belli başlı ortaklıklar askeri boyutu aşmış, buna diğer Asya Pasifik ülkeleri de katılmıştır. ABD ve Japonya’nın başı çektiği Uluslararası Termonükleer Deney Reaktörü’nün temeli Hindistan ve Güney Kore’ye ek olarak; AB ve Rusya’nın da katılımıyla Fransa’da atılmış; yine Japonya, ABD ve Hindistan arasındaki ticaret anlaşmalarına, Güney Kore ve Avustralya da eklemlenmiştir.

11 Eylül saldırılarıyla “yeni stratejik açılımlar” gerçekleştiren ve bu anlamda “terörle savaş” gerekçesiyle geniş çaplı ekonomik-sosyal-siyasal dönüşüm öngören politikalar üreten ABD, Uzakdoğu’daki başlıca hedeflerini Çin ve Kuzey Kore; ortaklarını en başta Japonya ve sonra Hindistan olarak belirlemiştir. Bu bağlamda (her ne kadar şu sıralar aralarında bu konularda bir pürüz bulunsa da) 2005’te Hindistan ile Füze Kalkanı ve 2006’da uluslararası hiçbir denetim yapılmayacağı sözüyle “Nükleer Ortaklık Anlaşması” imzalamış ve Hindistan bu anlaşma sonrası Bush tarafından “en uçtakiler ve aşırılarla mücadelede önemli bir ortağımızdır” diye nitelenmiştir.

“Asya’nın istikrarı” söylemiyle hareket eden ABD bununla birlikte, Japon anayasasının köklü bir şekilde gözden geçirilmesine katkı vermiş; Şubat 2005’te ABD ile Japonya Balistik Füze Sistemi ortaklığı kurulmuş ve Asya’da herhangi bir tehdide karşı bir arada strateji geliştirme konusunda somut adımlar atmştır. Geçen aylarda ABD’de yayımlanan “Çin’in Askeri Gücü- 2007” başlıklı raporda, Çin’in gelişen askeri gücü ve genişleyen pazarı ile Çinli liderlerin gelecekte nasıl hareket edeceğine ilişkin belirsizlik, ABD ve bölgedeki ortaklarının kaygıyla izlediği gelişmeler olarak not edilmiştir. Buna göre Çin’in askeri ve ekonomik gücünün artması, hem Japonya hem de ABD’nin çıkarları için tehdit olarak değerlendirilmiş; yine Çin’in Tayvan’a yönelik politikalarının, Japonya ve ABD için sorun oluşturduğu imlenmiştir. Tayvan sorunu ve Tayvan’ın Çin’le yakınlaşması, ABD’ye göre Çin ile kendisini gelecekte çatışmaya sürükleyecek bir etmen olarak görülmüştür. Ayrıca kendini uluslararası terörizmle mücadelenin “baş aktörü” ilan eden ABD, nükleer silah geliştirme projeleri nedeniyle Kuzey Kore’yi “şer ekseni”ne dahil etmiştir. Bir diğer deyişle Çin’in askeri ve ekonomik atılımı ile Tayvan’a yönelik politikaları ve Kuzey Kore’nin nükleer silah üretim tasarıları, ABD’nin ve Asya-Pasifik’teki baş stratejik ortağı Japonya’nın tehdit algılamasındaki en önemli açılımlar olmayı sürdürmektedir.

Çinli yetkililer ise ABD’nin politikalarıyla “bölgede kimsenin güçlenmesini istemediğini” ifade ederken, “ABD-Japonya güvenlik stratejisine Tayvan’ın dahil edilmesine karşı olduklarını ve ABD’nin, Tayvan üzerinden Çin’e yönelik siyaset geliştirdiğini, kendilerinin okyanus ötesi pazar açılımları yapmalarını engellemeye çalıştığını ve ülkelerinin iç işlerine karıştığını” belirtmiştir.

Özetle ABD bugün Ortadoğu’da (başta İran’a) ve Kuzey’de Rusya’ya karşı olmak üzere, yürüttüğü çevreleme siyasetinin bir benzerini Uzakdoğu’da Çin’e karşı da yürütüyor. Öncelikle Japonya, sonra Hindistan ve Avustralya gibi stratejik ortaklarla imzalanan anlaşmaları; Tayvan, Güney Kore, Singapur ve Tayland gibi yeni ortaklarla besleyerek, sözü geçen çevreleme hareketini genişletmeyi tasarlıyor. Bunun yanında, Japon yetkililer her ne kadar geçtiğimiz ay yaptıkları açıklamada, "barışçıl anayasanın yeniden gözden geçirilmesinin, ülkelerinin barış arayan anlayışı ile geleceğini etkilemeyeceğini" söylese ve Tayvan gerginliğinin yaratacağı olası bir çatışmadan uzak durmak için Çin’le yakın ilişkiler kurmaya çabalasa da; sonuçta ABD, bölgedeki ortaklarının yardımıyla, Uzakdoğu’yu çevreleme ve bu coğrafyada nüfuz arttırma (: tek kutupluluk) siyasetine hız vermiş görünüyor…

Hiç yorum yok: