2 Ağustos 2008 Cumartesi

SORU…
ALİ BULUNMAZ

Özgür basından bağımlı medyaya geçişte sınır kalmadı. Tek-elleşme, öteki deyişle birörnekleşme, daha başka söyleyişle bağdaşıklık da sorunları çoğaltıyor. En küçük bir olayda bile, bu medyanın hangi sularda yüzdüğü gözlenebiliyor.

Yanlışlar ve doğrular birbirine karışırken, isminin önünde “gazeteci” sıfatı bulunan bağımlı ve bağdaşık medya üyeleri, yapmaları gereken en hayati şeyi unutuveriyor:

Soru sormak… Kuşkulanmak… Bildiğinin veya bildiğini sandığının üzerinden birkaç kez daha geçmek…

Sormadan; eldeki bilgi ve belgenin doğruluğuna bakmaksızın “buldum” nidalarıyla sokaklara saçılmanın anlamı nedir? Bunu, gazeteciliğin öz suyuna ulaşamama; bilgilenme ve bilgilendirme sorumluluğunu yok sayma şeklinde açıklayabiliriz belki.

Bağdaşıklar tarafından belden aşağı vuruşlarla hiçbir kural ya da güne uygun deyişle, raconun tanınmadığı bir kavga başlatıldığında gazetecilik de doğal olarak yönlendirme, baskı yaratımına katkıda bulunma, kanı ve kanaatler ile önyargıları “bilgi” diye sunmaya dönüşüyor ki orada zemin kayıyor, zaman duruyor. Kabulleniş, duymazdan ve görmezden geliş en üst düzeye çıkıyor. Kelamşorler salvoları sıralıyor. Beri taraftan soru yok oluyor.

Soru sormamak insan doğasına aykırı bir şey. Fakat çoğu zaman “rahatlatıcı” bir eylemsizlik hali… Ama gazetecinin soru sormaması, mesleki refleksini yitirdiğinin, aydınlanma ve aydınlatma, bilgiyi en kısa zamanda ama en doğru şekilde kamuoyu ile paylaşma sorumluluğundan uzaklaştığının göstergesi değil midir?

Eleştirme ve araştırmayı geri alana itmek; sanal “gerçekliğin” peşine düşmek bir tercihtir elbet, ona da saygı duyulmalıdır. Ancak böyle bir tavırla sürdürülen gazeteciliğin kendisi, sorgulanası ve şüpheli hale gelecektir.

Hatta gelmiştir de…

Hiç yorum yok: