7 Ağustos 2008 Perşembe

KAPATILMA…
ALİ BULUNMAZ

Jeremy Bentham’ın bir hapishane tasarısı var, adı Panoptikon. Burası, çıkıntılık yapanın yola getirilmesini sağlayan, tam bir disiplin mekânı. Fransız düşünür Foucault, yaşama geçmemiş bu tasarıyı modern güç kavramının başlangıç noktası sayar.

Türkiye de sanki giderek Panoptikonlaşıyor . Muhalefet etmenin bedeli, ya suçlu ya da deli biçiminde yaftalanmak bugünlerde. Bunun demokrasi ile bağdaşır tarafı var mı?

İktidar gayet açık (!) bir “demokrasi” tanımı geliştirmiş durumda: “Bizim yanımızda olanlar ‘demokrat’, diğerleri ıslah edilmesi gereken hastalıklı kişilikler veya suçlulardır.” Böylelikle, hem toplumsal hem de siyasal muhalefet üzerinde yoğun bir baskı kurulup, karalama harekâtı başlatılıyor.

Türkiye’yi çekip çeviren iktidar, eleştiriye kapalı. Elindeki gücü çözüm üretmek adına değil, gerilimi arttırmak için kullanıyor. Soru şu: 21. yüzyılda Türkiye’de demokrasi mi gelişiyor yoksa diktatörlük mü kök salıyor?

Yaratılan korku ve sindirme koridorlarından geçmeye zorlanıyoruz. İktidar, muhalif gördüğü herkesin üzerine mim koyuyor. Ardından “demokrasi” ile “temiz toplum ve siyasetten” dem vuruyor. Anlam kaymasının zirvesi işte tam burası. Çünkü demokrasi eldeki güçle “her şeyi yapabilirim” demek değil. Demokrasi “sınırsız özgürlük” gibi bir boyunduruğun kırılışını simgeliyor, bir başka deyişle yapılabileceklerin ya da yapılamayacakların sınırını çiziyor.

Dolayısıyla sorunlara, toplumun her kesimini dikkate alarak çözüm üretme yöntemi oluveriyor. Siyasetçilerin, gerçekten demokrasiyi benimsemişse, yapacağı-yapması gereken şey de bu.

Ama günümüzün Türkiye fotoğrafı, Panoptikon’un yüksek duvarlarından çekilmiş gibi duruyor: Avluda iktidara muhalefet edenler. Kulelerde iktidarın gözleri. Dışarıda, alkışlarıyla olup bitene destek vermek için sıraya girmiş, ellerine az biraz mürekkep bulaşmış zevat…

Kuşatma büyüyor, kapatılma genişliyor…

Hiç yorum yok: