NE OLMAK İSTİYORSUN KÜÇÜĞÜM?
ALİ BULUNMAZ
“Kutlu Doğum Haftası” ile kafa kafaya getirilen bir 23 Nisan'ı daha geride bıraktık.
Yani Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı...
Bugün ulusal ve ulus gibi sözcüklerden ürküyor kimileri. Bunları diline dolayan, benimseyen ve değerini bilenler “terörist” olarak yaftalanıyor.
Suçlular ve yurtseverler aynı kefeye konup yandaş-yoldaş medya tarafından mahkum ediliyor.
Kısacası ulus korkutuluyor.
***
Böyle bir ortamda yaşayan çocuklara 23 Nisan'da mikrofon uzatılıp “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” diye sorulduğunda ilginç yanıtlar geliyor elbette.
Bir tanesi “Başbakan olmak istiyorum” diyor.
Haklı.
Günün en gözde “mesleği” bu. Her şey elinin altında. Bir işaretiyle istediği her şey yapılıyor. Yapılamadığında, olmadığında veya oldurulamadığında “hitabet sanatı öfke” devreye giriyor.
Başbakan, “mutlak güç” ve “sınırsız kuvvet”le çocukların gözünde model haline geliyor.
Kendini başbakanla özdeşleştiren çocuk, günün birinde onun gibi güçlü, dediğini yaptıran ve masaya yumruğunu vuran bir konuma gelmeyi hayal ediyor!
***
O çocuk için, başını yukarı kaldırıp baktığında, her yerde örnek aldığı kişinin fotoğrafları, televizyonu açtığında model olarak seçtiği kişnin yüzüyle karşılaşılaşıyor.
Çocuk, kendisi gibi davranan pek çok yaşıtıyla aynı kişiye özeniyor ve bir anlamda her yerde onu görüyor:
Korkutan...
“Öfkeyi hitabet sanatı”na dönüştüren...
Dediğini yaptırmak için her yolu deneyen...
Tek bir işaretle herkesi hizaya getirmeye çabalayan...
***
Çocuğa başka seçenek kalıyor mu?
Böylelikle “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusu yanıtını buluyor...
29 Nisan 2009 Çarşamba
21 Nisan 2009 Salı
DOLANDIRICILAR...
ALİ BULUNMAZ
Lafı hiç dallandırıp budaklandırmasalar...
İstediklerini ve yapmaya çalıştıklarını şöyle açıkça söyleseler de herkes yerini bulsa...
Aslında onları biliyoruz, günün her saati karşımızdalar. Badem bıyık altından gülen, batırdıkları pislikle kalemlerinden kokular yükselen, ağızlarından çıkan her sözle eski hesap defterlerini açan onlar...
Kelimeleri, cümleleri dolandırırlar.
Dolandırıcılar...
Dolandırıcılık yalnız yolsuzluk veya usulsüzlük yapmakla olmaz. Lafı dolandıranlar, kendilerini büyük işler peşinde ve her şeyin kompedanı olarak gösterenler de dolandırıcı olabilir.
Medyalaşan basının köşemenleri, yandaşlıkta sınır tanımayan ve yoldaşını arada eleştirir gibi yapan da onlardır.
Hani “biz bu cumhuriyeti istemiyoruz” ve “egemenlik cemmatimizindir” deseler... Olmaz...
Öyle diyemedikleri için böyle yapıyorlar.
Peki, sivil darbeye alkış tutmak da darbecilik değil midir?
O zaman hangi demokrasiden, hukuktan ve özgürlükten bahsediyor bu muhteremler?
Korku toplumu yaratmak ya da korkuyu yöntem olarak kullanmak, özgürlüğün önüne duvar örmek değil midir?
Ama geçerli olan tarikat-cemaat kardeşliğinde, tasfiye edilecek olan bellidir.
Tarikat-cemaat kardeşlerine göre çağdaş veya cumhuriyet kelimelerinin geçtiği her şey söküp atılmalıdır bu topraklardan, ki yerine istedikleri geçsin.
Yakın zamana kadar ürkütmeden yapmak niyetindeydiler ama şimdi hızlandılar, sabırları tükendi.
Dolandırıcılar da kalemleri ve köşelerini hizmetlerine sundu. Pek rahatlar.
Yol onların, meydan onların.
Gün onların, dikenleri ayıklanmakta olan gül bahçeleri onların.
Dolandırıcılar çalar, tarikat-cemaat kardeşleri oynar...
ALİ BULUNMAZ
Lafı hiç dallandırıp budaklandırmasalar...
İstediklerini ve yapmaya çalıştıklarını şöyle açıkça söyleseler de herkes yerini bulsa...
Aslında onları biliyoruz, günün her saati karşımızdalar. Badem bıyık altından gülen, batırdıkları pislikle kalemlerinden kokular yükselen, ağızlarından çıkan her sözle eski hesap defterlerini açan onlar...
Kelimeleri, cümleleri dolandırırlar.
Dolandırıcılar...
Dolandırıcılık yalnız yolsuzluk veya usulsüzlük yapmakla olmaz. Lafı dolandıranlar, kendilerini büyük işler peşinde ve her şeyin kompedanı olarak gösterenler de dolandırıcı olabilir.
Medyalaşan basının köşemenleri, yandaşlıkta sınır tanımayan ve yoldaşını arada eleştirir gibi yapan da onlardır.
Hani “biz bu cumhuriyeti istemiyoruz” ve “egemenlik cemmatimizindir” deseler... Olmaz...
Öyle diyemedikleri için böyle yapıyorlar.
Peki, sivil darbeye alkış tutmak da darbecilik değil midir?
O zaman hangi demokrasiden, hukuktan ve özgürlükten bahsediyor bu muhteremler?
Korku toplumu yaratmak ya da korkuyu yöntem olarak kullanmak, özgürlüğün önüne duvar örmek değil midir?
Ama geçerli olan tarikat-cemaat kardeşliğinde, tasfiye edilecek olan bellidir.
Tarikat-cemaat kardeşlerine göre çağdaş veya cumhuriyet kelimelerinin geçtiği her şey söküp atılmalıdır bu topraklardan, ki yerine istedikleri geçsin.
Yakın zamana kadar ürkütmeden yapmak niyetindeydiler ama şimdi hızlandılar, sabırları tükendi.
Dolandırıcılar da kalemleri ve köşelerini hizmetlerine sundu. Pek rahatlar.
Yol onların, meydan onların.
Gün onların, dikenleri ayıklanmakta olan gül bahçeleri onların.
Dolandırıcılar çalar, tarikat-cemaat kardeşleri oynar...
14 Nisan 2009 Salı
TEPKİSİZLİĞE ALIŞMAK...
ALİ BULUNMAZ
Artık işin rengi belli oldu.
“Ergenekon” havuzunda neredeyse kıpırdayacak yer yok. Muhalif olanla darbe özlemi çeken, gerçek aydınla karanlık işlere bulaşanları “usturuplu” biçimde yan yana getirmek; bunu da “hukuk”, “demokrasi” ve “özgürlük” adına yapmak farza dönüştü.
Araştırmacı gazetecilerin hedefinde olan, ama şimdilerde sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen yürekli gazetecilerin köşelerini kaplayan karıştırmacı gazeteciler kulaklara kar suyu kaçrmakta iyice ustalaştı.
Meydanın hızla boşaltılmasından mıdır nedir, palazlanıp yükseldiler.
“Onu da alın, şunu neden henüz almadınız” temalı yazılar döktüren zevat, cemaatin yolunu açmaya, dikensiz Türkiye bahçesi yaratmaya çabalayanların en hakiki dostlarına dönüştü.
Şimdi onlar konuşuyor, kendilerinden başka kimse ses etsin istemiyor.
Kendi çapında “haklılar.” Çünkü, ancak o zaman yola devam edebilirler. Korku duvarlarını yalnız o zaman dikebilirler.
***
İşte “Ergenekon” havuzu da bu yüzden doluyor sürekli.
Oyların düştüğü ortaya çıkıyor, hemen bir “dalga.”
Ekonomik kriz, tepkiler, bir “dalga” daha.
Yeni ekonomik paket mi açıklanacak, al sana “dalga.”
“Türkiye ile dalga mı geçiliyor?” diye sormadan edemiyor insan.
Geçiliyorsa, yazık gerçekten çok yazık.
Yok eğer geçilmiyorsa; demokrasiden söz açılacaksa, hukukun üstünlüğü deniliyorsa, hani Deniz Feneri, dokunulmazlıkların kaldırılışı, yolsuzluk dosyaları nerede?
***
Hiç bunlara kafa yormaya gerek yok aslında. Ne isteniyorsa yapmalı.
Bir köşede oturup olan biten izlenmeli!
İstenen bu değil mi?
Yani tepkisizliğe alışmak...
Alıştırılmak...
Yani insanların “sus, susmazsan sıra sana gelecek” sözünü bellemesini sağlamak...
ALİ BULUNMAZ
Artık işin rengi belli oldu.
“Ergenekon” havuzunda neredeyse kıpırdayacak yer yok. Muhalif olanla darbe özlemi çeken, gerçek aydınla karanlık işlere bulaşanları “usturuplu” biçimde yan yana getirmek; bunu da “hukuk”, “demokrasi” ve “özgürlük” adına yapmak farza dönüştü.
Araştırmacı gazetecilerin hedefinde olan, ama şimdilerde sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen yürekli gazetecilerin köşelerini kaplayan karıştırmacı gazeteciler kulaklara kar suyu kaçrmakta iyice ustalaştı.
Meydanın hızla boşaltılmasından mıdır nedir, palazlanıp yükseldiler.
“Onu da alın, şunu neden henüz almadınız” temalı yazılar döktüren zevat, cemaatin yolunu açmaya, dikensiz Türkiye bahçesi yaratmaya çabalayanların en hakiki dostlarına dönüştü.
Şimdi onlar konuşuyor, kendilerinden başka kimse ses etsin istemiyor.
Kendi çapında “haklılar.” Çünkü, ancak o zaman yola devam edebilirler. Korku duvarlarını yalnız o zaman dikebilirler.
***
İşte “Ergenekon” havuzu da bu yüzden doluyor sürekli.
Oyların düştüğü ortaya çıkıyor, hemen bir “dalga.”
Ekonomik kriz, tepkiler, bir “dalga” daha.
Yeni ekonomik paket mi açıklanacak, al sana “dalga.”
“Türkiye ile dalga mı geçiliyor?” diye sormadan edemiyor insan.
Geçiliyorsa, yazık gerçekten çok yazık.
Yok eğer geçilmiyorsa; demokrasiden söz açılacaksa, hukukun üstünlüğü deniliyorsa, hani Deniz Feneri, dokunulmazlıkların kaldırılışı, yolsuzluk dosyaları nerede?
***
Hiç bunlara kafa yormaya gerek yok aslında. Ne isteniyorsa yapmalı.
Bir köşede oturup olan biten izlenmeli!
İstenen bu değil mi?
Yani tepkisizliğe alışmak...
Alıştırılmak...
Yani insanların “sus, susmazsan sıra sana gelecek” sözünü bellemesini sağlamak...
5 Nisan 2009 Pazar
BULUŞMA...
ALİ BULUNMAZ
Seçim bitti. Gündem yoğun.
Bunun tam ortasına G20 Zirvesi ve Obama'nın Türkiye ziyareti oturdu.
Davos'ta Peres'e kafa tutan Tayyip Erdoğan, Arap ülkelerinin ilgisi ve minnetine mazhar olunca, bu sefer de G20 Zirvesi'nde Danimarka Başbakanı Rasmussen'in NATO Genel Sekreterliği'ne karşı olduğunu açıkladı ve “van minüt” diyerek “NATO Fatihi” unvanını da kazanmak istedi.
Karşı çıkışının nedenini de, Roj TV ile Hz. Muhammed karikatürleri olarak açıkladı.
ABD ve İsrail'e biat etmiş Arap ülkelerinde haklı bir sempati yaratan Erdoğan, bu çıkışıyla oralardaki puanını da arttırdı.
Ama gelin görün ki ABD'nin çiçeği burnunda başkanı Hüseyin Obama soruna ağırlığını koydu ve Erdoğan'ı “one minute” formülüyle ikna etti...
***
Türkiye garip bir ülke. Siyasetin işleyişi de acayip.
Seçim öncesi Davos'ta ortaya konan tuhaf ortaoyunla şişirilmeye çalışılan yelkenler ve “Davos Fatihi” sloganıyla parlatılan propaganda, ekonomik kriz ve yolsuzlukların gölgesinde kaldı.
İç politikada “bir dakika”, dış politikada “van münit”le yol alınmaya çalışılırken, sular çekildi, fırtına dindi ve gerçek gündemle baş başa kalındı.
Ekonomik kriz, işsizlik, enflasyon ve yoksulluk daimi gündem maddeleri.
Şimdi bunlara kısa Obama ziyareti de eklendi.
***
“Değişimin” simgesi ve dünya lideri Obama Türkiye'ye geliyor. G20 Zirvesi'nde kırmızı halıda yan yana yürüyen ve aile fotoğrafında omuz omuza görünen Erdoğan ve Obama, bu kez Türkiye'de görüşecek.
Neler konuşulacak?
Enerji, İsrail-Filistin sorunu, Kıbrıs ve ekonomik kriz...
Obama Türkiye'de sempati topladı, gıyabi kutlamalar yapıldı, kurbanlar kesildi...
Mutlu ve kutlu bir gün, Obama geliyor.
Obama sempatik mi sempatik, kısacası kimilerinin ifadesiyle “bizden biri...”
Ezilmiş ve hor görülmüşlerin temsilcisi kimilerine göre...
Aşılamaz denen sorunların üstesinden gelmesi beklenen bir dünya lideri.
“Davos Fatihi” ve arabulucu Tayyip Erdoğan ile dünya lideri, ezilmişlerin yüzü ve sesi Hüseyin Obama.
Hollywood filmlerini aratmayacak bir buluşma.
Filmin adı, "One Minute" ya da Türkçesiyle "Bir Dakika..."
ALİ BULUNMAZ
Seçim bitti. Gündem yoğun.
Bunun tam ortasına G20 Zirvesi ve Obama'nın Türkiye ziyareti oturdu.
Davos'ta Peres'e kafa tutan Tayyip Erdoğan, Arap ülkelerinin ilgisi ve minnetine mazhar olunca, bu sefer de G20 Zirvesi'nde Danimarka Başbakanı Rasmussen'in NATO Genel Sekreterliği'ne karşı olduğunu açıkladı ve “van minüt” diyerek “NATO Fatihi” unvanını da kazanmak istedi.
Karşı çıkışının nedenini de, Roj TV ile Hz. Muhammed karikatürleri olarak açıkladı.
ABD ve İsrail'e biat etmiş Arap ülkelerinde haklı bir sempati yaratan Erdoğan, bu çıkışıyla oralardaki puanını da arttırdı.
Ama gelin görün ki ABD'nin çiçeği burnunda başkanı Hüseyin Obama soruna ağırlığını koydu ve Erdoğan'ı “one minute” formülüyle ikna etti...
***
Türkiye garip bir ülke. Siyasetin işleyişi de acayip.
Seçim öncesi Davos'ta ortaya konan tuhaf ortaoyunla şişirilmeye çalışılan yelkenler ve “Davos Fatihi” sloganıyla parlatılan propaganda, ekonomik kriz ve yolsuzlukların gölgesinde kaldı.
İç politikada “bir dakika”, dış politikada “van münit”le yol alınmaya çalışılırken, sular çekildi, fırtına dindi ve gerçek gündemle baş başa kalındı.
Ekonomik kriz, işsizlik, enflasyon ve yoksulluk daimi gündem maddeleri.
Şimdi bunlara kısa Obama ziyareti de eklendi.
***
“Değişimin” simgesi ve dünya lideri Obama Türkiye'ye geliyor. G20 Zirvesi'nde kırmızı halıda yan yana yürüyen ve aile fotoğrafında omuz omuza görünen Erdoğan ve Obama, bu kez Türkiye'de görüşecek.
Neler konuşulacak?
Enerji, İsrail-Filistin sorunu, Kıbrıs ve ekonomik kriz...
Obama Türkiye'de sempati topladı, gıyabi kutlamalar yapıldı, kurbanlar kesildi...
Mutlu ve kutlu bir gün, Obama geliyor.
Obama sempatik mi sempatik, kısacası kimilerinin ifadesiyle “bizden biri...”
Ezilmiş ve hor görülmüşlerin temsilcisi kimilerine göre...
Aşılamaz denen sorunların üstesinden gelmesi beklenen bir dünya lideri.
“Davos Fatihi” ve arabulucu Tayyip Erdoğan ile dünya lideri, ezilmişlerin yüzü ve sesi Hüseyin Obama.
Hollywood filmlerini aratmayacak bir buluşma.
Filmin adı, "One Minute" ya da Türkçesiyle "Bir Dakika..."
20 Mart 2009 Cuma
DÖRT İŞLEM...
ALİ BULUNMAZ
Dört işlem hayatın her döneminde insanın karşısına çıkar.
Kimileri “dört işlem bilmeyen adam olamaz” der.
Doğrudur...
Doğrudur da, siyasette dört işlem epey bir farklıdır.
***
Siyasette, özellikle bugün, kullanılan dört işlem akıllara seza.
Bölme bunların başındadır. Bu, biz-onlar ayrımıdır. Cemaat-tarikat kardeşi olanlar ile buna direnenler hemen birbirinden ayrıştırılır.
Yandaş demokrasisi, cemaat-tarikat kardeşliğine çalışır...
***
Çarpma da bölme gibi iş tutar. Kazanan ve kazancını katlayan hep yandaşlardır. Baş kızsa da, yandaşlık hep bire on verir, çarpar; büyür, palazlanır.
Katlanır, buna katlanamayanları dışarıda bırakır.
İşte bu dışarda bırakma, bizi çıkarma işlemine götürür.
Yandaşlar ve tarikat-cemaat kardeşleri, kendinden olmayanları dışlar; güncel deyimle izole eder, yalnız bırakır...
***
Toplama ise günümüzün en çok faydalanılan işlemidir.
Muhalefet eden her kim varsa, yan yana gelip gelemeyeceği akıl mantık süzgecinden bile geçirilmeden arka arkaya dizilir.
Kapatılır, soruşturulur, suçlanır, yaftalanır ve etkisizleştirilir.
Eleştirenler, aydınlanmaya inanlar, muhalifler ve kendini iktidar yandaşı olarak görmeyenlerle sap ve saman karıştırılır; elmalar ile armutlar aynı çuvala doldurulur, şöyle bir silkelenir.
En sonunda istenen, özlenen ve ulaşılmaya çalışılan Türkiye ortaya çıkar: Dikensiz, engelsiz, eleştiri ve muhalefetsiz bir ülke...
***
Siyasette dört işlem, hele bir de kendini mutlak ve sınırsız güç biçiminde gören bir iktidar tarafından kullanılıyorsa keyiflere diyecek yoktur.
Her şey istenildiği gibi gitmektedir.
Yol açıktır.
Bölünür, çarpılır, çıkarılır ve toplanır...
Sağlama, toplumu ve kurumları istediği gibi şekillendiren bir zihniyetin elinde oyuncak olan ülkeden başka bir şey ortaya koymaz...
ALİ BULUNMAZ
Dört işlem hayatın her döneminde insanın karşısına çıkar.
Kimileri “dört işlem bilmeyen adam olamaz” der.
Doğrudur...
Doğrudur da, siyasette dört işlem epey bir farklıdır.
***
Siyasette, özellikle bugün, kullanılan dört işlem akıllara seza.
Bölme bunların başındadır. Bu, biz-onlar ayrımıdır. Cemaat-tarikat kardeşi olanlar ile buna direnenler hemen birbirinden ayrıştırılır.
Yandaş demokrasisi, cemaat-tarikat kardeşliğine çalışır...
***
Çarpma da bölme gibi iş tutar. Kazanan ve kazancını katlayan hep yandaşlardır. Baş kızsa da, yandaşlık hep bire on verir, çarpar; büyür, palazlanır.
Katlanır, buna katlanamayanları dışarıda bırakır.
İşte bu dışarda bırakma, bizi çıkarma işlemine götürür.
Yandaşlar ve tarikat-cemaat kardeşleri, kendinden olmayanları dışlar; güncel deyimle izole eder, yalnız bırakır...
***
Toplama ise günümüzün en çok faydalanılan işlemidir.
Muhalefet eden her kim varsa, yan yana gelip gelemeyeceği akıl mantık süzgecinden bile geçirilmeden arka arkaya dizilir.
Kapatılır, soruşturulur, suçlanır, yaftalanır ve etkisizleştirilir.
Eleştirenler, aydınlanmaya inanlar, muhalifler ve kendini iktidar yandaşı olarak görmeyenlerle sap ve saman karıştırılır; elmalar ile armutlar aynı çuvala doldurulur, şöyle bir silkelenir.
En sonunda istenen, özlenen ve ulaşılmaya çalışılan Türkiye ortaya çıkar: Dikensiz, engelsiz, eleştiri ve muhalefetsiz bir ülke...
***
Siyasette dört işlem, hele bir de kendini mutlak ve sınırsız güç biçiminde gören bir iktidar tarafından kullanılıyorsa keyiflere diyecek yoktur.
Her şey istenildiği gibi gitmektedir.
Yol açıktır.
Bölünür, çarpılır, çıkarılır ve toplanır...
Sağlama, toplumu ve kurumları istediği gibi şekillendiren bir zihniyetin elinde oyuncak olan ülkeden başka bir şey ortaya koymaz...
15 Mart 2009 Pazar
YÜZSÜZLÜK...
ALİ BULUNMAZ
Yüz, ruhun aynasıdır...
Yüz, kişiliğin rengidir...
Yüz, insanın kendisidir bir yerde.
***
Yüzsüzlük günümüzün hastalığı. Hastalığın en çok nüksettiği yer de politika.
Bugün Türkiye seçim yolunda. Meydanlar, alanlar dolup taşıyor; sözler, geleceğe ilişkin söylemler meydanlardan Türkiye'nin dört bir yanına dağılıyor.
İktidar kendinden emin, yardımlar, sadakalar dağıtılıyor. Bunun seçimin sonucuna etki etmeyeceğini savunuyor.
“Teğet geçeceği” söylenen ve daha sonra “en az etkilenen ülkenin Türkiye olduğu” ifade edilen kriz için “önlem paketleri” açıklıyor.
İktidar yaman mı yaman. Kredi kartı borçlularına veryansın ediyor.
Bu borçların yokluktan ödenemediğini, kendisinin oy kapısı olan yoksulluğun borca borç kattığını adı gibi biliyor.
Ama seçim meydanı bu; burada her şey söylenir, yapılır.
***
Yolsuzluğu yol olarak seçenlerin, bunu sadakalarla kapatmaya, soruşturma ve çamur atmalarla kapatmaya çalışanların yüzsüzlüğü apaçık ortadadır artık.
Yüzsüzlük iki türlüdür: Her şeyi yapmaya ve söylemeye varan utanmazlık ile yüzün silinmesi.
İlkinde yüz vardır, ama kızarmaz olmuştur. İkincisi ise tam anlamıyla yüzü olmamak demektir. İnsan içine çıkmaktan çekinmektir bu.
Türkiye'nin büyük çoğunluğunun yüzü siliktir. Yokluk ve yoksullukla kavrulan yaşamlar için iktidarın fomülü bellidir: “Hamdedin!”
Fakat iktidar, onun yandaş ve yoldaşları hamdetmek şöyle dursun, gücüne güç katmaktadır.
Bugünün geçerli yüzsüzlüğü bunu gerektirmektedir de ondan. Yoksa bir art niyet aranmamalıdır! Yandaş demokrasisinin doğal sonucudur bu yaşananlar...
***
Yüz, ruhun aynasıdır; kişiliğin rengidir.
Kızarmayan bir yüzden her şey beklenir...
Korkusuzdur, fütursuz ve sınırsızdır. Yoluna böyle devam eder...
Bu anlamdaki yüzsüzlük tehlikelidir de.
Çünkü çemberini tamamlayıp, kendini yer bitirir bir noktadan sonra.
Eriyip yok olana kadar, yüzsüzlüğüne yüzsüzlük katar...
ALİ BULUNMAZ
Yüz, ruhun aynasıdır...
Yüz, kişiliğin rengidir...
Yüz, insanın kendisidir bir yerde.
***
Yüzsüzlük günümüzün hastalığı. Hastalığın en çok nüksettiği yer de politika.
Bugün Türkiye seçim yolunda. Meydanlar, alanlar dolup taşıyor; sözler, geleceğe ilişkin söylemler meydanlardan Türkiye'nin dört bir yanına dağılıyor.
İktidar kendinden emin, yardımlar, sadakalar dağıtılıyor. Bunun seçimin sonucuna etki etmeyeceğini savunuyor.
“Teğet geçeceği” söylenen ve daha sonra “en az etkilenen ülkenin Türkiye olduğu” ifade edilen kriz için “önlem paketleri” açıklıyor.
İktidar yaman mı yaman. Kredi kartı borçlularına veryansın ediyor.
Bu borçların yokluktan ödenemediğini, kendisinin oy kapısı olan yoksulluğun borca borç kattığını adı gibi biliyor.
Ama seçim meydanı bu; burada her şey söylenir, yapılır.
***
Yolsuzluğu yol olarak seçenlerin, bunu sadakalarla kapatmaya, soruşturma ve çamur atmalarla kapatmaya çalışanların yüzsüzlüğü apaçık ortadadır artık.
Yüzsüzlük iki türlüdür: Her şeyi yapmaya ve söylemeye varan utanmazlık ile yüzün silinmesi.
İlkinde yüz vardır, ama kızarmaz olmuştur. İkincisi ise tam anlamıyla yüzü olmamak demektir. İnsan içine çıkmaktan çekinmektir bu.
Türkiye'nin büyük çoğunluğunun yüzü siliktir. Yokluk ve yoksullukla kavrulan yaşamlar için iktidarın fomülü bellidir: “Hamdedin!”
Fakat iktidar, onun yandaş ve yoldaşları hamdetmek şöyle dursun, gücüne güç katmaktadır.
Bugünün geçerli yüzsüzlüğü bunu gerektirmektedir de ondan. Yoksa bir art niyet aranmamalıdır! Yandaş demokrasisinin doğal sonucudur bu yaşananlar...
***
Yüz, ruhun aynasıdır; kişiliğin rengidir.
Kızarmayan bir yüzden her şey beklenir...
Korkusuzdur, fütursuz ve sınırsızdır. Yoluna böyle devam eder...
Bu anlamdaki yüzsüzlük tehlikelidir de.
Çünkü çemberini tamamlayıp, kendini yer bitirir bir noktadan sonra.
Eriyip yok olana kadar, yüzsüzlüğüne yüzsüzlük katar...
10 Mart 2009 Salı
“AK” YOLUNA GİDEN TÜRKİYE…
ALİ BULUNMAZ
Yolsuzluk, yoksulluk, avanta, takla…
Hırsızlık, uğursuzluk, vurgun, katakulli…
Soruşturma, kovuşturma, tutuklama, iftira…
“Yeni Osmanlı”, padişah, sultan, şeyhülislam…
“Fatih”, lafazanlık, palavra, yalan, dolan…
Basına boykot çağrısı, yandaş medyaya kıyak, bilgi sızdırma…
Emniyette, bürokraside, devlette, özel sektörde F tipi örgütlenme, dincilik, hokkabazlık…
***
Duyarlı yurttaş, gerçek aydın, bilinçli insan soruyor:
“Türkiye nereye gidiyor?”
Yanıtlar verilmeye çalışıyor, çözümler üretilmek isteniyor, kafa yoruluyor.
***
Soru olduğu yerde, külçe gibi ağır duruyor.
Köşe başında, dost meclislerinde, panellerde, televizyonda, gazete sütunlarında; hemen her yerde aynı soru yanıtlanmaya ve ileriye dönük tahminlerde bulunulmaya çabalanıyor.
***
Yerel seçimler yaklaştıkça siyaset ısınıyor, sözler havalarda uçuşuyor.
Vatandaş, gerçek aydın ve duyarlı insanlar soruyor:
“Türkiye nereye gidiyor?”
***
Yanıtı apaçık ortada:
İktidarın dümen suyuna gitmeyenin alaşağı edildiği, hapislere tıkıldığı, soruşturmalara uğradığı bir dönemden geçiyor ülke.
Kısacası:
Türkiye, “AK” yoluna gidiyor.
Daha doğrusu gitmeye zorlanıyor...
Türkiye'nin bu dönemi eski bir deyişi hatırlatıyor:
“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir...”
ALİ BULUNMAZ
Yolsuzluk, yoksulluk, avanta, takla…
Hırsızlık, uğursuzluk, vurgun, katakulli…
Soruşturma, kovuşturma, tutuklama, iftira…
“Yeni Osmanlı”, padişah, sultan, şeyhülislam…
“Fatih”, lafazanlık, palavra, yalan, dolan…
Basına boykot çağrısı, yandaş medyaya kıyak, bilgi sızdırma…
Emniyette, bürokraside, devlette, özel sektörde F tipi örgütlenme, dincilik, hokkabazlık…
***
Duyarlı yurttaş, gerçek aydın, bilinçli insan soruyor:
“Türkiye nereye gidiyor?”
Yanıtlar verilmeye çalışıyor, çözümler üretilmek isteniyor, kafa yoruluyor.
***
Soru olduğu yerde, külçe gibi ağır duruyor.
Köşe başında, dost meclislerinde, panellerde, televizyonda, gazete sütunlarında; hemen her yerde aynı soru yanıtlanmaya ve ileriye dönük tahminlerde bulunulmaya çabalanıyor.
***
Yerel seçimler yaklaştıkça siyaset ısınıyor, sözler havalarda uçuşuyor.
Vatandaş, gerçek aydın ve duyarlı insanlar soruyor:
“Türkiye nereye gidiyor?”
***
Yanıtı apaçık ortada:
İktidarın dümen suyuna gitmeyenin alaşağı edildiği, hapislere tıkıldığı, soruşturmalara uğradığı bir dönemden geçiyor ülke.
Kısacası:
Türkiye, “AK” yoluna gidiyor.
Daha doğrusu gitmeye zorlanıyor...
Türkiye'nin bu dönemi eski bir deyişi hatırlatıyor:
“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir...”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)